2 Kasım 2013 Cumartesi

AŞK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM..


                             AŞK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM

İkinci yazım aşk kavramı üzerine olacak demiştim..
Olabildiğince sade yazmaya gayret edeceğim..
Günümüze kadar, aşk ile ilgili yanlış çok şey söylendi.  Çok kafa karıştırdı bu sözler..
Mümkünse bunları unutalım ve yeni bir sayfa açalım öncelikle..
Aşkın tarifi ile başlayalım.
Aşk, insan varlığının, Tanrının yaratışına, gayri meşru bir öykünme eylemine verilen addır.
Aşık olma eylemini yapan kişiye Aşık diyoruz.
Aşık olunan kişinin de bir ismi var ona da Maşuk diyoruz.
İnsanların kafasını en çok  karıştıran husus, maşuk olan kişinin mahiyeti hakkında düşülen yanılgıdır. Bu yazıda özellikle bu konu hakkında açıklama yapılacak, diğer konulara mümkün olduğunca değinilmeyecektir.
Aşık, aşk ve maşuk kavramları açıklanırken aşkın değişik çeşitlerinden, sadece  insanın insana olan aşkı konusu kastedilecek, diğer aşk çeşitleri konunun dışında bırakılacaktır.
MAŞUK NEDİR ?
İnsan varlığı tarafından, Tanrının yaratışına, gayri meşru bir öykünme eylemi sonucunda oluşturulan, nakıs, arızalı bir varlıktır. İnsanın aşık olmak haricinde, başka gayri meşru yaratış öykünmeleri de vardır. Bir sonraki yazımızın içeriğini, bu diğer  gayri meşru yaratış öykünmeleri oluşturacaktır. Daha önce yazdığımız, varlık konusundaki yazımızda belirttiğimiz gibi varlık olabilmek için beden, akıllı bir ruh ve yeterli bilgi gerekmektedir. Maşuk dediğimiz mademki bir varlık ise bunun bedeninin mahiyeti nasıl bir şeydir?
Genellikle yaşamakta olan bir erkek veya kadının bedeni ve daha özelde yüzünün görüntüsü maşukun bedeni olarak kullanılır. Bir anlamda bu yüzün kopyası kullanılır.
Peki maşukun bedeninin çalıntı olduğunu, bir varlığın kopyası olduğunu anladık, ruhu nasıl oluşur, nasıl oluşturulur ?
Aşık olmak isteyen kişi maşukunun bedeninin nasıl bir görüntüsü olacağına karar verdikten sonra kendi ruhunun bir kopyasını ve bu kopya ile birlikte kendi ruhunun bir bölümünü bir daha geri dönüşü olmayacağını bile bile kendi iradesiyle yaratmak istediği bedenin var olabilmesini temin etmek için o bedene akıllı bir ruh olarak verir.. Tanrının kendi ruhundan Ademe üflemesine öykünmeye ve daha önceki hiç  bir yaratılmışa benzemeyen özel kusursuz yaratışın  bir benzerini yapmaya çalışır, bu  yaratış öykünmesi eyleminde..
Artık maşukumuzun bir bedeni ve bir ruhu vardır. Hem de sorunlu bir ruhu. Hatta bir değil iki ruhu ve bir bedeni vardır aslında.  Aynı beden içinde, birincisi o bedende daha önceden beri bulunan ruh ve ikinci olarak aşıkın yarattığını düşündüğü ama aslında yaratamadığı kendi ruhunun kopyası olan ikinci ruh.
Maşukunu  tam olarak yarattığını düşünen aşık, (canlı birisinin bedenini beden olarak kullanan aşık) hareket etmekte olan, konuşan maşuku görünce mest olur, erir, içi gider.. kendi ruhunun  bire bir kopyası olarak algıladığı bu varlığı gördükçe, onun yanında yakınında iken duyabileceği en büyük hazzı duyar.. tıpkı kendisi gibi olan birisiyle yan yana olmak tanımlanamaz bir keyif verir..
Maşuku aslında kendisi gibi değil, zaten kendisidir. Kendi ruhunu taşımaktadır. Bununla birlikte aynı zamanda maşuku kendisinin kuludur. Çünkü onu kendisi yaratmıştır. Onun yaratıcısı olduğu için her istediği şeyi yapacağını, kendisine mutlak itaat içinde olacağını düşünür. Maşukunun yaşayan bir kul olduğunu görmesi, kendisini de tanrı gibi hissettirir..
Bu hayal alemi, bu varsayımlara inanılan dönem kişiden kişiye göre değişmekle birlikte bazı şeylerin ters gittiği, bazı şeylerin çalışmadığı bir süre sonra fark edilir.
Yaratılan maşukun ruhu aşıkın ruhunun kopyası olduğu için, maşukun her isteği, sanki kendi isteği imiş gibi yerine getirilmek zorunda hissedilir. Yarattığı maşukun kendi kulu olacağını beklerken, aynı anda kendisinin de  maşukun kulu olduğunu fark eder.. Bu planlanmamış bir sonuçtur.  Kendi yarattığı varlık yakınında iken onun kontrolüne girmesi, bir televizyonun iki ayrı kumanda ile yönlendirilmesi gibi bir karmaşa oluşturur.  Yanlış da görünse maşukun her isteği aşık tarafından  emir olarak algılanır ve her ne pahasına olursa olsun yapılmak zorunda hissedilir. Ölüm dahil. Kendi kontrolünün aynı zamanda maşukta da olması  bir süre sonra büyük sorunların oluşmasına yol açar.. Aşık ilk önceleri, maşuku mükemmel bir şekilde yarattığını düşünürken, bir anda,  maşukun her emrine itaat eden aciz bir kukla bir kul haline geldiğini istemeye istemeye de olsa görmeye, fark etmeye algılamaya başlar. Artık kendisinin yaratışa öykünme denemesinin sonucunun aslında başarılı olamadığını anlar.  Kendisinin yaratmaya çalıştığı,  maşukun çalıntı bedeni  ile bu bedenin gerçek sahibinin yarattığını zannettiği kişiden farklı kişiler olduğunu tam olarak algılayınca, büyük bir açmaza düşer. Yaratmaya çalıştığı kişinin o olmadığını bile bile bedeninin görüntüsünü çaldığı kişinin yakınlarında döner durur. Tıpkı dünyanın,  güneşin etrafında dönüp durduğu gibi.  Kelebeğin,  mum ateşinin etrafında döndüğü gibi.  Yaklaştıkça ateşten yanar, uzaklaştıkça hasretten yanar..
Aşk tek taraflı bir eylemdir. Bu yazıda diğer kişi açısından, maşuk açısından olayı değerlendirmeyi yazının uzamasına engel olmak için konu dışında tutmayı tercih ettik.
İki tarafın da birbirine karşılıklı aşık olması,  maşukun aşığı sevmesi, maşukun aşıkı kullanabilmek için(aşık veya sevgi) rol yapması gibi farklı  ihtimallerde aşkta farklı durumlar oluşabilir mi.. Aşk ister tek taraflı, ister çift taraflı olsun (istisnai de olsa) izah edilen fonksiyon aynıdır. Yaratıcıya gayri meşru bir yaratma öykünmesidir bu eylem ve tıpkı bir sonraki yazıda izah edilecek olan diğer  yaratışa gayri meşru öykünme eylemlerde olduğu gibi insana ve çevreye zarar verir..  Diğer yaratış öykünmelerinde insanlara zarar verecek hastalıklı şekilde de olsa çalışabilen bir varlık oluşabilmesine rağmen, aşk öykünmesi ile yaratılan maşuk varlığı aslında hiç çalışmaz. Ölü doğum gibidir.
Acı ve acıtıcı olan şey şudur, öykünme esnasında verdiği kendi ruhunun bir bölümünü  geri alması artık mümkün değildir. Yarım kalmış bu yaratış öykünmesi  acı bir deneyim olarak yarım bir şekilde beklemeye devam eder..  Bu acı deneyimi ikinci kez denemek isteyen nadiren olsa da pek çok kişide ilk ve son deneme olarak kalır. Meşru olan yaratış öykünme şekillerine bakacak olursak, insan, bitki ve hayvan yetiştirmek yaratışa meşru öykünme yollarındandır. Meşru öykünme yöntemleri tercih edildiğinde bu eylemler,  insana sağlıklı ve güzel hisler yaşatır, mutluluk verir. İnsanın en çok tercih ettiği yaratışa meşru öykünme yolu kendisi gibi çocuklar yapmak ve yetiştirmektir.  Buradaki önemli fark,  karşı cinsi olan partnerini daha önce açıklanan aşk öykünmesinde bahsettiğimiz, hayal ettiği, kendisinin yarattığı gibi değil, Tanrı tarafından zaten yaratılmış olan bir birey olduğunun kabullenilmesi sağlıklı olan davranıştır. Aşk ta mutlak itaat beklenirken, sağlıklı ilişkide farklılıklarıyla farklı bir birey olarak kabullenebilmek, sevgi ve saygı vardır. İki kişi de  karşı tarafa kendi istediği, hayal ettiği kalıplara girmesi için baskı uygulamaz. Çünkü Yaratıcı her insanı daha önce yaratılmış bütün insanlardan farklı yaratarak, hatta  kardeşleri bile birbirinden farklılaştırarak bu farklılığı büyüklüğünü, ilminin kuşatıcılığını göstermek için kullanıyorken, insanları kalıplara sokmaya çalışmak yaratılışa aykırı sağlıksız bir davranıştır.
Son olarak Neden ? sorusunu soruyoruz. Tanrı insanın gayrı meşru yaratış öykünmesi yapmasına ve bu denemede  başarısız olmasına neden izin vermiş olabilir. Bunun hikmeti olabilir mi, insana bir faydası olabilir mi  bu başarısız yaratış öykünmesinin.
Evet .. bu mümkün..
Sizin yarattığınız, hem sizin kulunuz hem de size hükmetmesine izin verdiğiniz maşukunuz, onu var eden ve sınırsız seven siz varken, kötü bir tercih yapıp sizin yerinize kendisini felakete sürükleyecek birisine gönlünü kaptırır ve ona giderse neler hissedersiniz. Kudretinize rağmen, size karşı yapılan ağır hakarete rağmen, kızgınlığınıza rağmen, sevginizin büyüklüğü yarattığınız ve hata yapan maşukunuzu cezalandırmak veya affetmek arasında karar vermek sizi ne kadar zorlar.. iyiyi mi kötüyü mü tercih edecek diye sınamak istediğiniz ve kendisine tercih hakkı verdiğiniz kulunuzun, sizi tercih etmesi ve sevmesi en doğru tercih iken, nankörlük edip, sahibini terk etmesi ve tehlikeli maceraları tercih etmesi durumunda , imtihanı kaybetmesi durumunda siz ne kadar üzülürsünüz.. işte aşk, insanın kendisini Tanrının yerine koyabilmesi duygusunu hissettirebilen, kemale erişmek  için kullanabileceği bir eğitim metodu olarak düşünülebilir. Hayatta insana en büyük acıyı yaşatan aşkın, bu öğreticilik hikmeti dışında işe yarar  bir durumunun olduğunu düşünmüyorum.. Aşk ta, insanın ürünü olan diğer şeyler gibi  eksik, kusurlu ve hastalıklı olmak zorunda zaten. Tanrıyı bırakıp, limitli olan dünya hayatını, dünya hayatındaki makam,  mevki ve ünvanları, mal ve parayı tercih edip, insanlıktan çıkıp canavarlaşacak, bu tuzaklardan birisine düşecek miyiz, yoksa  aşkın bize tattırdığı acı sayesinde kendimize gelip kendimizi dünyanın tuzaklarına düşmekten koruyup insanlığımızı koruyarak ve geliştirerek çevreye saygılı bir şekilde bu bölümü başarılı bir şekilde geçebilecek miyiz.. 
Yaklaşık bir yılda metni bu hale ancak getirebildim..
Oldukça önemsediğim, devlet varlıklarının yaratılışı, çalışma fonksiyonları, insanlarla savaşma yöntemleri ve yok oluş süreçlerini içeren bundan sonraki yazıma başlayabilmek için eksiklikleriyle de olsa bu yazıyı bu şekilde paylaşıyorum..
En  kısa süre içinde yeni yazıyı da hazırlayıp sizlerle paylaşmak ümidiyle, baki selamlar..
(yazının orijinalliğini bozmadan, kısa bir ilave yapmak istiyorum.. eski tarihte yazdığım bu yazıda benim kalıcı ruh parçası kaybı  olarak değerlendirdiğim olayı eski dönemlerdeki şamanların, "ruh parçacığı kaybı" hastalığı olarak değerlendirildiğini ve şamanlar tarafından tedavi ayini ile tedavi edilebildiğini sonradan öğrendim.. aynı şekilde insanların bedenleri canlı iken, yaşamakta iken de ruhlarını bazı durumlarda kaybedebileceklerini ve bu boşlukta bedenlerinin "arada kalmış" ruhlar veya diğer bazı canlılar tarafından "işgal" edilerek ele geçirilebileceği detaylarını sonradan öğrendim.. ruh parçalanması, ruh kaybetme veya başka ruh tarafından bedenin işgale uğraması rahatsızlıklarının da şamanlar tarafından onbinlerce yıldır tedavi edilebildiği bilgisine de daha sonraki zamanlarda vakıf oldum.. özetle aşk hastalığı, yani ruh parçalanması  hasarı şamanlar tarafından tedavi edilebilen bir rahatsızlık olarak bir düzeltme yapıyorum..)
 / ak kara kam
Beşinci Boyut/ Erkan Hoca

24 Temmuz 2013 Çarşamba

VARLIK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM..


Aşk kavramı ile ilgili bir yazı yazacağımı ve bu yazıdan sonra aşk ile ilgili yazılması gereken bir şey kalmayacağını belirtmiştim. Yazacaklarımın anlaşılamama ihtimalinin fazla olduğunu düşününce bir yıldan daha uzun bir süre bu yazıyı kafamda beklettim. Şu anda bu yazının yazılma zamanının geldiğini düşünüyorum. Bununla birlikte daha önce hiç bir yerde karşılaşmadığınız anlamlar yüklenen bazı kavramları kullanmam gerektiği için, öncelikli olarak varlık kavramı, iç içe geçmiş bedenler kavramı, iç içe geçmiş ruhlar kavramı, yaratışa öykünme kavramı gibi kavramların  izah edilmesinin gerekliliğini fark ettim. Bu sebeple aşk kavramı ile ilgili açıklamalarımı bir sonraki yazıya bırakıp bu ilk yazımda yukarıda bahsettiğim kavramlar hakkında özet açıklamalar yazacağım.

İkinci yazım aşk hakkında olacak.

Üçüncü yazım ise devlet denen canlının yaratılışı, metabolizması ve insanla olan savaşının analizi konularına değinilecektir..



VARLIK NEDİR  ?

Bedeni, ruhu ve aklı olan her şeyi varlık olarak tanımlıyorum. Burada  Yaratıcının varlığı konusuna değinilmeyecek sadece  yaratılmış olanların varlık kavramları incelenecektir. Bilinen en küçük varlıklar atomun çekirdeği, elektronu, protonu ve nötronu dur. Üzerinde tartışmalar devam etse de ışık dahil tüm enerji çeşitleri de birbirinden farklı küçük parçacıklardan oluşur ve  her bir parçacık bir varlıktır. Her varlığın ayrı ayrı bedenleri ruhu ve aklı vardır. Bununla birlikte çekirdek, proton, nötron ve elektronlardan oluşan atom da ayrı bir varlıktır. Her bir atomun da ayrı bir ruhu ve aklı vardır. Beden olarak ise elektron, proton, nötron ve çekirdeğin bedenlerinin hepsini birden kendi bedeni olarak kullanır. Beden olarak aynı bedeni küçükten büyüğe farklı varlıklar kullanırlar, bu iç içe geçmiş bedenler kavramını oluşturur. Aynı bedenleri kullanmalarına rağmen, farklı varlıkların farklı ruhları ve bilinçleri vardır. Her bir alt varlığın ruhu ile üst varlığın ruhu iç içe geçmiş şekilde birbirine müdahale etmeyerek uyumlu bir iletişim ile görevlerini mükemmel şekilde yerine getirirler. Bu da iç içe geçmiş ruhlar kavramıdır. Her ruh bağımsızdır ama sistem içinde ne yapması gerektiğini bilir ve yapar. İki oksijen atomu bir araya gelince yeni bir varlık oluşur. İki hidrojen bir oksijen atomu bir araya gelince su molekülü oluşur bu da yeni bir varlıktır. Bu zinciri devam ettirdikçe, yağmur tanesi, hücreler, dokular, organlar, insan, hayvan, bitki, dağ, vadi, okyanus, dünya vb.  bilindiği kadarı ile kainatın tamamına kadar devam eder.  Büyük parçalardan oluşan varlıklar ve bu varlığı oluşturan daha küçük varlıkların hepsinin bir biri ile ilişkileri tanımlıdır.
Bu tanımlı aktivitelerin zamanı gelince yapabilmesi için, her bir varlığın yeterli bir aklı ve  kendi varlığı ile diğer varlıklar arasında ilişkilerini sağlayacak ayrı bir ruhu vardır.  Yaratıldıkları zamandan yok olacakları zamana kadar tüm zaman dilimleri içinde kendilerini ilgilendiren konularda, ne yapmaları gerektiği bilgisi tüm varlıklara bilgi olarak yüklenmiştir. Bunun iki istisnası vardır, insan ve cin denen varlıklarda doğumlarından ölümlerine kadar ne yapmaları gerektiği bilgileri yüklü değildir. Bazı bilgiler peygamberler tarafından (aktarıcılar) iletilir, bazı bilgileri de gözlemleyerek deneyerek bulmaları ve doğru olanı yapmaları beklenir. Bu iki varlık dışındaki tüm varlıklarda kendileri ile ilgili tüm konularda mutlak bilgiler yüklü olduğu için varlık alemi sistemi mükemmel olarak saat gibi işler. İnsan denen varlık ise (cin varlığına değinilmeyecektir) kendisini ilgilendiren tüm konularda mutlak bilgi ile yüklü olmadığı için kendisine karar verebilmesi için cüz i bir irade verildiği için bazen doğru olan şeyleri yapmayı başarır, bazen hem kendisine hem diğer varlıklara zarar verecek yanlış kararlar verir. Dünyadaki oluşmuş tüm problemlerin sorumlusu insan denen varlıkların bir kısmı olan yanlış tercih yapan insan varlıklarıdır demek hatalı olmaz. Yanlış tercih yapan insan varlıklarını doğru tercih yapan insan varlıkları engelleyemez ise oluşacak sorunların bedellerini hem tüm insan varlıklarının tamamı, hem de yanlışta hiç sorumlulukları olmayan, diğer varlıklar ödemek zorunda kalırlar..

 Son olarak "Yaratılış Öykünmesi" konusuna da değinerek, bu yazıyı tamamlayacağım. İnsan varlığı Tanrının Yeryüzündeki Temsilcisi (Halifesi) rolüne talip olduğu için diğer varlıkların yapmadığı bir şeyi yapma cüretkarlığında bulunur. Tıpkı Tanrının yaratması gibi, olmayan bir şeyi yaratma teşebbüsünde bulunur. Tanrının yaratıcılık sıfatına insanın öykünebilmesi için kendisine verilen meşru öykünme şekli, tıpkı diğer varlıklarda olduğu gibi kendisi gibi varlıkları oluşturabilmesi yani üremesidir. Üreme de oluşacak varlığın bedeni, ruhu ve aklı konusunda insanın karar vermesi mümkün olmadığı için Tanrının kontrolünde bir yaratılış oluştuğu için, bu öykünme şekli bir kısım insan varlığını tatmin etmez. Bedeni, aklı ve ruhunun tamamını kendisinin yaratacağı daha önce olmayan yeni bir varlık oluşturmak-yaratmak ister. Yetki sınırlarını aşan bu yaratış öykünmesi sonucunda bir varlık oluşur. Bu varlık insan tarafından oluşturulduğu için mutlak bilgi ile yüklü değildir. Bu varlık eksik ve yanlış yönlerinin özelliklerine göre, insan varlığına ve diğer varlıklara zarar verici olarak oluşturulmuştur zaten. Bu varlıklar yönetim sistemleri, ekonomik sistemler, devletler, şirketler vakıflar vb. varlıklardır. Bu varlıklar ilk başta, kendilerini ilk oluşturan kişinin aklını ve ruhunu kullanırlar. Beden olarak da kendileri ile ilgili olan her bir varlığın bedenini beden olarak kullanırlar. Tıpkı insan varlığı gibi bu varlıklar da sonsuza dek yaşamak için mücadele eder. Başka insanların akıllarını ruhlarını ve bedenlerini kullanarak gelişmek, büyümek ve güçlenmek isterler. Bu konu ile ilgili daha sonra daha kapsamlı bir yazı yazılacaktır.

Aşk da aynı şekilde, kuraldışı bir yaratış öykünmesidir. bunun sonucunda da  oluşan bir varlık vardır.
Bu varlığın nasıl oluştuğu ve insan varlığının başına ne işler açtığı bir sonraki yazıda anlatılacaktır.

 ak kara kam
 Erkan Hoca / Beşinci Boyut

9 Mart 2013 Cumartesi

TUZ DİYE SİYANÜR YİYORUZ..

SONUNA KADAR OKUYABİLEN DAHA UZUN YAŞAR
kendinizi aşırı yorgun, bitkin ve tükenmiş hissediyor musunuz ?
çok yorgunum, iyice bir dinlenmeye, tatile ihtiyacım var diyor musunuz?
bir yorgunluk var üzerimde, başımı nereye koysam sızıp gidiyorum diyor musunuz ?
kimse sizi uyandırmadığında on, onüç, onbeş saat uyuduğunuz oluyormu ve yine de dinlenememiş ve yorgun mu uyanıyorsunuz?
zaman zaman kalp atışınızda yükselme ve kalbinizde sıkışma hissediyor musunuz ?
yemek yedikten sonra midenizde bir sancı başlayıp saatlerce sürüyor mu ?
ayaklarınızda, bacakarınızda uyuşukluk hissediyor musunuz?
özellikle diz kapaklarınızda ve eklem yerlerinizde ağrılar oluşmaya mı başladı?
sporla ilgileniyorsanız daha önce olmadığı kadar sık aralıklarla sorunlar yaşamaya mı başladınız ?
doktora gittiğinizde kan-idrar tahlili ve muayene yapıldığında hiç bir probleminiz yok, bütün değerleriniz normal sayılır gibi bir cümle ile evinize tekrar geri mi gönderiliyorsunuz ?
son birkaç yıl içinde yüzünüzdeki kırışıklıklar çok hızlı çoğalmaya başladı ve kendi kendinize "galiba yaşlanıyorum" gibi yorumlar mı yapıyorsunuz?
eskiden olmadığı kadar unutkanlığınızda artış mı oldu," çocukların bile yapabileceği böyle basit bir şeyi nasıl unutabilirim" diye kendinize çıkıştığınız oluyor mu?
eskiden hiç yaşamadığınız miktarda dikkatinizi toplamakta zorlanıyor musunuz ?
küçük veya büyük farketmez yaşamınızdaki kazaların sayısında belirgin bir artış oldu mu?
son dört beş yıl içinde anne-baba, dede-nene, dayı-hala-amca-teyze, kardeş gibi yakınlarınızdan bir veya birden fazlasını kaybetmenin acısını yaşadınız mı? ve bu ölümerin sadece sizin yakınlarınıza denk geldiğini ve bunun kader olduğunu mu düşünüyorsunuz ?
mahalle aralarına bakkal açılır gibi diyaliz merkezleri açıldığını harıl harıl çalıştığını fark ettiniz mi ?
türkiyenin hemen hemen tüm illerinde benzeri şekilde gerçekleşen ölüm istatistiklerine bakalım mı?
iç anadoludaki bir ilimiz olan kayserinin tuik istatistiklerine göre yıllık ölüm rakamları 2001 den 2012 ye kadar şu şekilde oluştu:
2997-3081-3320-3157-3252-3225-3781-3904///"5808"5813"6107"5878"
2008 senesine kadar ortalama 3000 civarında seyrden ölüm rakamları 2008 senesinden sonraki yıllarda 6000 civarına yükseldi.. yılık ölüm rakamları yaklaşık iki katına çıktı ve aynı yükseklikte seyretmeye devam ediyor.. 77 milyonluk ülkede, beş yılda, 1 milyondan fazla kişiyi bu normal olmayan şey sebebiyle kaybettik.. beş yıl içinde kaybettiğimiz bu 1 milyondan fazla kişi çanakkale savaşında kaybettiğimiz insanların iki katından daha fazla.. bu insanları, ortalama ölümler haricinde, ekstradan kaybetmemizin sebebini 2008 yılında aramamız gerekiyor. o seneden sonra başladı bu yüksek seviyeli ölümler ve ölümcül hastalıklardaki anormal artışlar.. yine aynı tarihlerdeki ölüm istatistikleri bölgelere göre incelendiğinde,  ölümlerin en fazla arttığı bölgenin ege bölgesi, en az arttığı bölgenin güneydoğu ve sonra doğu anadolu bölgesi olması, doğumların da en fazla güneydoğuda, en az ege bölgesinde olması, ölüme sebebiyet veren ve doğumu azaltan faktör veya faktörlerin, bir merkezden kontrol edildiği ve demografik yapıyı değiştirmek amacıyla kullanıldığı, türklerin sayısının ve oranının her geçen gün azaldığı izlenimini veriyor... aynı şekilde avrupada nüfusu hızlı artan romanya ve benzeri ülkelerde de ölüm ve ölümcül hastalık oranlarında aynı şekilde artışın olması,  bir faktörün küresel ölçekte demografiyi şekillendirmek için araç olarak kullanıldığı izlenimi vermekte..
bu konuyu daha önce de gündeme getirmiştim .. şimdi son bir kez daha yazının içeriğinini güncellleyerek gündeme getireceğim ki, ben duymamıştım diyen kimse kalmasın..
nedir peki bu ölümleri iki katına çıkartan şey?

TUZA KARIŞTIRILAN E536 POTASYUM FERRO SİYANÜR KATKI MADDESİ..
toprağa karışır oradan da bitkiler aracılığı ile bize ulaşır diye, altın ayrıştırılırken kullanılmasını protesto ettiğiniz ama 2008 yılından beri tonlarcasını tuz ile birlikte katkı maddesi olarak yediğiniz E536 potasyum ferro siyanür.. siyanür yediğinizi farketmemeniz için, uyanmamanız için sadece E536 olarak adı yazılan, hiç bir tuz markasında bu ibarenin karşısında POTASYUM FERRO SİYANÜR açıklaması yazmayan 200 miligramı (mercimek tanesi kadar) yetişkin bir insanı anında öldürebilen ve sizin her gün tuz ile birlikte tükettiğiniz en kuvvetli zehirlerden birisi.. uzun demeyip, bu yazıyı sonuna kadar okumanızı öneririm...
buradan sonra yazacaklarım biraz daha formal olacak daha yavaş okuyun..
bu konu ile ilgili ilk olarak, 22.12.2003 tarih ve 25324 sayılı resmi gazetede yayınlanan türk gıda kodeksi renklendiriciler ve tatlandırıcılar dışındaki katkı maddeleri tebliği yayınlandı..
daha sonra, 23.01.2008 tarih ve 26765 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren 2007/53 tebliğ nolu türk gıda kodeksi tuz tebliği yayınlandı.. bu tebliğin 6.maddesinin 1. fıkrasında yukarıda yazılı 2003 tarihli tebliğe uygun olmak zorundadır ifadesi ile E535(sodyumferrosiyanür) , E536 (potasyumferrosiyanür) ve E538(kalsiyumferrosiyanür) nin tek başına veya birlikte maksimum 20mg/kg değerini aşmamak kaydıyla tuza ilave edilebileceği yazmaktadır..
daha sonra, 31.12.2008 tarih ve 27097 sayı ile, resmi gazetede 2008/69 numaralı ‘renklendiriciler ve tatlandırıcılar dışındaki gıda katkı maddeleri tebliği’ adlı bir mevzuat yayınlandı. Bu tebliğin ekinde şu tabloya yer veriliyor:
E 535 Sodyum ferrosiyanür
E 536 Potasyum ferrosiyanür
E 538 Kalsiyum ferrosiyanür tuz ve tuz yerine geçen maddelere 20 mg/kg susuz potasyum ferrosiyanür cinsinden tek başına veya birlikte karıştırılabilir..
daha sonra resmi gazetenin 29.12.2011 tarih ve 28157sayılı nüshasında 1 Ocak 2013’den itibaren geçerli ‘türk gıda kodeksi gıda katkı maddeleri yönetmeliği’ yayınladı. bu tablo yeni yönetmelikte de aynen yer aldı.
üretici, devletin izniyle ürettiği sofra tuzunun her 1 kg’na 20 mg; E535’, E536 veya E538’den yani sodyum, potasyum veya kalsiyumun siyanür’ünden ekleyebilir.
eklenmesi zorunlu olmamasına rağmen, ekleniyor olabilir mi acaba?
maalesef ekleniyor.. hangi tuz markasına bakarsanız, E536’nın eklendiğini görüyorsunuz. İnanmıyorsanız bir markete girip tuzların etiketini okuyabilirsiniz. Hepsinin etiketinde E536 mevcut. ancak ilginçtir, isimleri mevzuatta ifade edildiği gibi yazılmamış. genelde "topaklanmayı önleyici madde" ya da farklı ibareler yazılmış ama hiçbirinde POTASYUM FERRO SİYANÜR ifadesi asla yazılmamış..
SİYANÜR NEDİR?
siyanürler, siyanhidrik asit (HCN) in değişik tuzlarıdır. en önemli tuzları, amonyum, sodyum, potasyum kalsiyum vb. siyanürlerdir. suda çözünürler ve asitlerin etkisiyle siyanhidrikasit (HCN) serbestleridir. siyanhidrik asit(HCN) ya da hidrosiyanik asit ya da prusik asit insan için en hızlı öldürücülerdendir. siyanür bileşikleri içinde en yaygın olarak bulunur. organizmada kolay dağıldığından ve ferrik demire Fe3 aşırı afinite ile bağlandığından hızlı ve şiddetli zehirlenme belirtileri gösterirler. siyanür tuzlarının oral yoldan alınması mide pH ının asit ortamında siyanhidrik asit oluşmasına neden olur. siyanhidrik asitin letal dozu 1mg/kg dır. siyanürlerin etkisiyle oksidatif metobolizma ve fosforilasyonlar kesintiye uğramakta , oksijenin basıncı artmakta pO2 nin arteriyo-venöz farklılığı azalmaktadır.
toksikokinetik süreç nasıl gerçekleşir?
siyanür, (CN) iyonunun absorbsiyonu oldukça hızlıdır. solunum yoluyla birkaç saniyede, sindirim yoluyla birkaç dakikada absorbe olur. toksik madde kana ulaştığında, alyuvarlara ve çok az miktarda da plazma proteinlerine bağlanmaktadırlar. dokulara dağılımı oldukça hızlıdır. karaciğer ve böbrekte bir enzim (rodanaz, ya da tiyosülfat-sülfür transferaz) tiyosiyanatların biyotransformasyonununu sağlar. (S2O3+CN---SO3+SCN). siyanür (CN) iyonunun eliminason yarı ömrü yaklaşık bir saat kadardır.
SİANÜRÜN ETKİ MEKANİZMASI NASILDIR ?
siyanürler hangi yolla vücuda girerse girsin etki mekanizmaları aynıdır. mitokondriyal sitokrom A3 ü bloke eder. siyanür iyonu elektron vericisidir mitokondriyal solunum zincirinde sitokrom-oksidaz ın demir, kobalt ve bakırın üzerine stabil fakat dönüşümlü bir şekilde bağlanır. bunun sonucu laktik asit birikimi ile akut doku anoksisine yol açan hücre solunumu blokajı meydana gelir.. yazılanların hepsini okudum ama bir şey anlamadım diyeler varsa, metni biraz sadeleştirelim.. siyanür kötü bir şey.. fare zehirini yiyen fareler nasıl ölüyorsa, bunu yiyen insanlar da, tıpkı fareler gibi ölüyor.. bu ifadeleri de anlamayan yoktur umarım..

KATKI MADDELERİ KONUSU VE TUZA NEDEN SİYANÜR KATILIR SORUSU ??
çok eski dönemlerden beri gıda maddelerinin daha uzun süre kullanılabilmesi için katkı maddeleri kullanıldığı bilinmektedir. örneğin, eski mısırda tuz ve odun dumanı gıda maddelerini korumak için kullanılmaktaydı.. tuzun kendisi koruyucu maddedir. tuzun koruyucu maddeye ihtiyacı yoktur. siyanür tuzun akışkanlığını arttırmak ve nemden dolayı topaklanmasını önlemek amacıyla konulduğu söylenmektedir.. tuzun kendisi zaten gıda maddelerini korumak için kullanılan bir madde iken, tuzun içine en kuvvetli zehirlerden birisini katkı maddesi olarak ilave etmenin iyi niyetli bir tarafı olduğunu düşünmek epeyce saflık olur..
katkı maddeleri ile ilgili biraz beyin jimnastiği yapalım..

KATKI MADDELERİ VE KATKI MADDELERİNİN KULLANIMI İLE İLGLİ STANTARTLAR:
FAO/WHO katkı maddesini,tek başına besin değeri taşımayan,ancak gıda maddesine bilinçli olarak direkt veya endirekt katılan onların görünüşlerini ve yapılarını düzeltmek için veya muhafaza olanağını arttırmak için sınırlı miktarda katılan maddedir diye tanımlıyor. E numara sistemi ile gıda katkı maddelerinin temel işlevlerine göre sınıflandırılması şu şekilde..
1-renklendiriciler E100-180 arası
2-koruyucular E200-297 arası
3-antioksidanlar E300-321 arası
4-emülsifiyer ve stabilizatörler E322-500 arası
5-asit baz sağlayıcılar E500-578 arası
6-tatlandırıcılar, koku verenler E620-637 arası
7-geniş amaçlılar E900-927 arası

GIDA KATKI MADDELERİ KULLANILIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR:
1-hiçbir gıda katkı maddesi hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın, insan sağlığına zararlı olmamalıdır. Bununla ilgili olarak çeşitli inceleme ve analizlere dayalı kanıtlar bulunmalıdır.
2-gıda katkı maddeleri katıldığı gıda maddesinin besin değerine zarar vermemeli, bu değeri azaltmamalıdır.
3-gıdaya katılması istenen katkı maddelerinin özellikleri hakkında bilgiler bulunmalı ve belirli özelliği olanlar kullanılmalıdır
4-gıdaya katılması düşünülen katkı maddelerinin kantitatif analizini yapabilecek güvenilir analiz yöntem ve teknikleri ile bu analizleri yapacak ve kontrol hizmetlerini yürütecek kurumlar bulunmalıdır.
5-gıda katkı maddelerinin hangi gıdaya ne miktarda ve hangi amaçla katılabileceği mevzuatlarda belirtilmiş olmalı ve izin verilen miktardan fazlası katılmamalıdır.
6-bir gıdaya katılan katkı maddesinin çeşit ve miktarı tüketiciye duyurulmalı, o ürünün etiketinde açık bir şekilde belirtilmelidir.
7-gıda katkı maddeleri katıldığı gıdaya homojen bir şekilde dağıtılmış olmalıdır.
8-gıda katkı maddeleri, gıdanın bozukluğunu maskeleyici ve tüketiciyi aldatıcı olmamalıdır.

aslında "her madde zehirdir", zehir ile zehir olmayanı ayıran dozudur.. esas olan bu maddelerin zararsızlık limitlerinin belirlenmesidir.. bunun için kullanılan yöntemde ilk basamak olarak hayvanlarda hangi etkinin gösterildiğine bakılmaktadır.
düşük ve yüksek tüm dozlar verilir ve sonuçları araştırılır. kullanılan birim mg/kg dır. toksitite deneylerinde her doz için en az 10 hayvan olmak üzere 100 hayvan kullanılır. bir kimyasal madde testi için ortalama 3000 deney hayvanı kullanılır. bu uygulamalar GLP (iyi laboratuar uygulamaları) yapabilen ortamlarda yapılır..

toksikokinetik çalışmalarda aşağıda belirtilen hususlar incelenir..
1-absorbtion, emilim kana geçiş
2-distrubition organlara kan vasıtasıyla dağılımı
3-metabolizm, vücuttaki diğer kimyasallara dönüşümü
4-excretion, vücuttan atılımı

toksitite testlerinde neler incelenir??
akut toksisite: bir veya 24 saat içinde alınan birden fazla dozun oluşturduğu toksisite
kronik toksisite: akut toksisiteye yol açmayacak düşük dozların uzun süre verilmesi ile oluşan toksisite
mutajenik etki : DNA üzerinde kalıcı değişiklik
karsinojenik etki : kanser yapıcı etki
teratojenik etki : sakat yavru doğumlarına yol açan etki
transplasental karsinojenik etki : doğan çocuklarda, doğumdan yıllar sonra kanser oluşumu etkisi
immünotoksik etki: immün (bağışıklık) sistem üzerine toksik etki
fertilite : doğurganlık yeteneği üzerine etki
nörotoksik etki: sinir sistemi üzerine toksik etki
toksisite test sonuçlarından elde edilen verilerden ulaşılan ilk değer NOAEL (No Observed Advers effect level- gözlenebilen hiçbir yan etki göstermeyen doz) tespit edilir. diğer bir deyişle deney hayvanları ortalama yaşam sürelerini %70-80'ini kapsayacak sürede test edilen gıda katkısını almışlar ve NOAEL dozu hiçbir yan etki görülmeyen dozdur.
NOAEL (mg/kg) No Observed Advers Effect Level (Deney Hayvanlarında gözlenebilen hiçbir yan etki göstermeyen doz)
bundan sonraki adım, insanlarda güvenli olan dozdur ve bunun için bulunan NOAEL değeri, emniyet faktörüne bölünür. Emniyet faktörü genellikle 100 olarak belirlenmiştir. Diğer bir deyişle deney hayvanlarında hiçbir yan etki yaratmayan dozun yüzde biri insanlarda güvenli olarak kabul edilmiştir.
bu anlamda ortaya çıkan ifade ADI (Acceptable Daily Intake - Günlük alınmasına izin verilen miktar)
değeridir ve bu insanlarda güvenli doz olarak kabul edilir.
NOAEL değerinden ADI değerine aşağıdaki işlem yapılarak ulaşılır.
ADI=NOAEL /emniyet faktörü(100) mg/kg
MPI: Maximal Permissible Intake Per Day (Günlük alınmasına izin verilen en fazla miktar) değerine ulaşılır.
MPI : ADI (mg/kg) x 60 (kg) MPI' in ADI'dan farkı, değerin kg insan ağırlığı başına değil, birey başına hesaplanmasıdır.
Hesaplamada ortalama insan canlı ağırlığı 60 kg olarak kabul edilmiştir.
MPL: Maximal Permissible Level in Foodstuff Concerned (Gıda dikkate alınarak alınmasına izin verilen en fazla miktar) değerine ulaşılır. Bu değer gıdanın bir kilogramında bulunmasına izin verilen kontaminantın maksimum miktarını belirler.

ADI DEĞERİNİN DUYARLI GRUPLARA UYGULANMASI:
Bir gıda katkısının ömür boyu alınması durumunda insan sağlığına zarar vermeyeceği kabul edilen miktarı olan ADI değeri uygulaması 40 yılı aşkın süredir yapılmaktadır. Elde edilen deneyimler, bu uygulamanın insan sağlığı için yeterli koruma getirdiği görüşünü kuvvetlendirmiştir. Ancak aşağıda belirtilen duyarlı gruplara ek koruma önlemleri getirilmektedir.
infant ve çocuklar: infantlar (0-12 ay) ve çocukların (1-12 yaş) ADI uygulaması ile yeterli olarak korunup korunmadığı tartışılmaktadır. Bunun nedeni aşağıdaki görüşlerden kaynaklanmaktadır.
a)infantlar ve çocuklarda kimyasalların biyotransformasyon yoluyla aktivitelerini azaltan, atılımlarını kolaylaştıran biyokimyasal mekanizmalar ergenlerden farklıdır. b) İnfantlar ve çocuklar toksisiteye ergenlerden daha duyarlıdır.
c) infantların ve çocukların gıda gereksinmeleri ergenlere göre daha farklıdır. Bu da vücut ağırlığı başına alınan katkı ve kontaminant miktarını arttırmaktadır.
gıda ile ilgili herediter hastalık grupları: gıdalarla ilgili genetik-herediter hastalıklarda organizmada da bulunan bazı maddelerin metabolik bozukluklardan dolayı organlarda birikmesi veya değişik mekanizmalarla toksisite oluşturması söz konusudur. gıdalarda doğal olarak bulunan bazı maddeler bu hastalar için zararlı olabilmektedir. eğer bu doğal maddelerden bazıları gıda katkılarında mevcut ise, ADI uygulaması bu hastaları korumak için yetersiz kalacaktır.
alerjik reaksiyonlara yatkın olanlar: alerji doza bağlı olmayan immünolojik bir olaydır. bu yönüyle ADI uygulaması alerjik reaksiyonlara yatkın olanların korunmasında bir anlam ifade etmemektedir.

SONUÇ: tersten başlayalım ve başa doğru gidelim.. alerjik reaksiyona yatkın olanlar, infantlar ve çocuklar, günlük dozaj olarak fazla tüketim yapanlar, ömür boyu tüketim yapılması sebebiyle herkes, homojen dağılım olup olmadığı ve maksimum limitin aşılıp aşılmadığı konusunda kontrol yapılmaması (yüksek miktarlarda aşıldığını ileri sürenler var) sebebiyle herkes, tüketiciyi aldatması ve bilgi saklanması, en önemlisi de ölüm oranlarını ve ölüme sebep olan hastalıkların oranını hemen hemen iki katına çıkardığının istatistiki verileri, kronik toksitite sonuçları, dna üzerindeki olumsuz etkileri, kanser yapıcı etkisi, sakat çocuk doğurma etkisi, çocukların doğumdan sonra kansere yakalanma etkisi, bağışıklık sistemini çökertmesi etkisi, kısırlık etkisi ve sinir sistemini tahrip etme etkisi göz önünde bulundurulduğunda, insan sağlığını yok edip adeta üçüncü dünya ülkelerindeki nüfusu kontrol altında tutmak için bir araç olarak kullanıldığı izlenimi vermektedir..
tuzdaki siyanürün, kanın oksijen taşıma kapasitesini azaltması ve ulaştığı hücrelerde enerji üretimini bloke etmesi sebebiyle ilk önce, hassas dokulardan başlamak suretiyle hücreler ölüyor, DNA da bozulma oluşuyor, organlar zamanla işlevini yerine getiremez hale geliyor, kısa sürede yüksek tansiyon, astım, bronşit, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, alerji, beyin kanaması, iç kanama, kanser, kalp krizi, kardiyo vasküler rahatsızlıklar, hormonal bozukluklar, bitmeyen yorgunluk, bağışıklık sisteminin çökmesi, her türlü hastalığa yatkınlık, tedavi olamama ve neticesinde ölüm (ya da ex diyelim de daha bilimsel olsun) gerçekleşiyor.

BİREYSEL OLARAK NELER YAPILABİLİR??
bu kadar duyarsız ve işe yaramayan kalabalıkların varlıkları mı yoksa yoklukları mı daha iyi tartışılır ama, sağlığını korumak isteyen, içinde katkı maddesi olmadığından emin olduğu tuzu arasın, bulsun tüketsin.. tuza karıştırılması zorunlu olmamasına reğmen, zorunlu imiş gibi bol bol karıştırılan bu katkı maddesinin amerikada ve ingilterede kullanımı yasak.. bu katkı maddesinin en kısa süre içinde ülkemizde de yasaklanmasını veya en azından tuzların üzerine gözle görünür büyüklükte "akışkanlığı arttırmak için siyanür ilave edilmiştir" yazan tuzlar ile, "hiç bir katkı maddesi ilave edilmemiştir" şeklinde yazan tuzların ikisinin de kolaylıkla bulunabilecği günleri görmek isterim.. özellikle fırınlarda, lokantalarda ve tüm gıda sektöründe siyanürsüz, saf tuz kullanımının zorunlu olması da önemli.. lokantalarda gönül rahatlığıyla yemek yiyebilmek, fırınlardan gönül rahatlığıyla ekmek alabilmek için bu önemli.. siyanürün tuzdan çıkması ile ölüm oranlarının ve hastalık oranlarının yarı yarıya düştüğü güzel günleri görmek dileğiyle.. tüm güzel insanlara selamlar..  
kaynak soran okuyucular oldu.. hayatlarının, yaşadıklarının, inanıp güvendiklerinin hepsinin yalan olduğunun farkında olmadan ezbere yaşayan robot insanlardan.. hayatlarının üzerine kurulduğu yalanları sorgulamayıp, onlarla çeliştiğini gördükleri doğruları sorguluyorlar..
mutlu olacaksanız alın size kaynakça..
kanun, yönetmelik ve tebliğer için:  resmigazete.gov.tr
istatistik bilgileri için:  tuik.gov.tr
tıbbi konularda ise: tıp fakültelerinde okutulan, fizyoloji kitapları ve toksikoloji kitapları..

ak kara kam
Erkan Hoca / Beşinci Boyut