24 Mart 2021 Çarşamba

 

KAMCILIK /TENGRİCİLİK/ ŞAMANİSTLİK NEDİR NE DEĞİLDİR..
Bu konu ile ilgili ilk yazmaya başladığım yazı 30 sayfayı geçince, daha kısa bir yazı yazmanın şimdilik daha uygun olduğunu düşündüm ve kısaltmaya başladım. Kısaltmaya başladığım metnin de 5 sayfayı geçtiğini görünce daha kısa bir metnin ilk paylaşım için daha uygun olduğunu düşünüp şu anda okuduğunuz özet metni hazırladım. Bu konu ile ilgili uzun ve detaylı metinler, uygun zamanı gelince paylaşılacaktır..
Kam=Şaman kimdir?
Tengricilik inancına mensup, Kök Tengri/Gök Tanrı (Tek Tanrı) ya inanan Gök Tanrı ya bağlı olan “Yüce Ruhlar Meclisi” tarafından, genellikle 40 yaşına kadar, fark edilmeden eğitilmiş olan, şifacı, danışılan, bilge kişilerdir.
Şamanist / Tengrici kimdir ?
Kam/Şaman inancına mensup olan, ama kendileri Kam/Şaman olmayan kişilerin kendilerini ifade etmek isterken kullanmaları gereken isimdir. Bu kişilerin yanlış olarak “Şamanım” demek yerine doğru kavramı kullanıp “Tengriciyim”ya da “Gök Tengriciyim” ya da ”Kamcıyım” ya da “Şamanistim” demesi gerekir..
Tengricilik farklı bir din midir?
Tengricilik bütün gönderilmiş Hak olan dinlerin değişime uğramamış, orijnal inanç kurallarının bütünüdür.
Tengiciliği putperestlik ve çok tanrılı ilkel bir inanış olarak tanımlayanlar var bunlar yanlış mı?
Tengricilikte “Tek Tanrı” inancı vardır. O da Kök Tengri/ Gök Tanrı/ Allah tır. Dağa, ulu ağaca, ırmağa, şelaleye, kartala ve diğer saygı duyulan mekan ve yerlere saygı duyulması ve kustal sayılması onlara tapınıldığı anlamına gelmez. İnsanların anne babasına saygı duyması onlara tapınma anlamına gelmediği gibi bu mekan ve canlılara duyulan saygı da tapınma anlamına gelmez. Tengricilikte hiç bir zaman ve hiçbir yerde Tek Tanrı/Kök Tengri inancının dışında çok tanrılı bir inanış asla olmamıştır.
Son din İslam var iken Tengiciliğe ne gerek var?
Din/ayetler, emanettir; Tengricilik “Emanetin Ehli” diye ayette bahsedilen kavramdır/kişilerdir. Din, Abbasilik, Emevilik, Fatımiliktir; emanetin ehli, Hoca Ahmet Yesevi, Hünkar Hacı Bektaşı Veli dir. Din, zahirdir, Tengricilik Batındır, Mana dır.. Din, ilahi mesajın görünen yüzü, Tengricilik, dinin görünmeyen yüzü, özüdür.. Farklı kavramlar gibi oluşturulmaya çalışılan algı, “şeytanilerin” başarısından ibarettir..
Şaman Ayini/ Ruhsal Şifalandırma Çalışması yapmak ve bunun eğitimini almak uygun mudur?
Kurumsal veya bireysel eğitimle veya gözlem yaparak Kamlık/Şamanlık/ Şifacılık olmaz. Kam olacak kişiler farkında olmadan manevi eğitimden/içsel eğitimden geçirilirler. Kişiler bunun farkında bile olmazlar. Zamanı gelince ruhsal açılımlar yaşarlar (Risalet veya Nübüvvet vaya Velayet) ve kendilerine verilen bilgilere göre insanlığa maddi veya manevi şifa vermeye başlarlar..
Bir Kamın /Şamanın gerçek veya yalancı/sahtekar olup olmadığı nasıl anlaşılabilir?
Gerçek Kamlar, yalan söylemezler, emanete asla ihanet etmezler, kendi aleyhlerinde bile olsa doğruluktan ve adaletten ayrılmazlar. Bitkileri, hayvanları ve doğayı severler. Doğaya çevreye zarar vermezler kirletmezler. Mutlaka şifacılık özellikleri vardır. Ayrıca Büyük Kamlarda insanlığın menfaatine uygun daha önce benzeri görülmemiş bir konuda içinde bulundukları toplumun bilmediği unutulmuş veya ilk kez görecekleri, “topluma fayda sağlayacak bir yenilik bir bilgi getirmesi” gerekir.
Kendilerini peygamber zanneden, mehdi zanneden, kendisine kutsallık atfeden, ipe sapa gelmez hikayeler uyduran, kişilik bozukluğu veya musallatlı olan şahısları tespit etmek fazla zor olmayacaktır.
Aklı başında olan, ne yaptığının farkında olan, bilerek ve isteyerek, bu işin ehli olmadığı halde Şifacılık ve Rehabilitasyon adı altında Şaman Ayini/Ritüeli yaptığını söyleyen kişiler, işi uyuşturucu partisine çevirmek isteyen kişiler bilsinler ki, bir süre sonra kendileri şifaya muhtaç hale gelecekler ve şifacı aramaya başlayacaklardır..
Maddi ve Manevi hastalıklar, bunların çözüm yolları veya hastalığın oluşmaması için, Modern tıbbın kullanmakta olduğu yöntemler, geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı şifacılık yöntemleri hakkında bu günden itibaren daha sıklıkla kısa paylaşımlarım olacak..
Şimdilik bu kadar kafi..
Özel sorularınız olursa özelden yazın, kısa süre içinde cevaplanacaktır..
Tüm dostlara selamlar..
Ak/Kara KAM

METAFİZİK VARLIKLARIN KEDİLER VE KÖPEKLER ÜZERİNDE KONAKLAMASI  

Bu paylaşımın konu başlığı “Kediler ve Köpekler üzerinde konaklama konusu” olacak..
12 hayvanlı Türk Takviminde bulunan “köpek” “domuz” ve “maymun” üçlüsüne bir de bu takvimde bulunmayan “yarasa” hayvanını eklersek ne oluşuyor, muhteşem dörtlü oluşuyor..
Yani, insanlara salgın şeklinde zarar verebilecek laboratuvar ortamında üretilmeye çalışılan “canlı” ların üretilebilmesi için en çok kullanılan dört hayvan.. maymunu hiv de duyduk, domuzu domuz gribinde duyduk, yarasayı da en son çıkan salgında duyduk. Arada unutulan ve insanın yaşam alanı ile içli dışlı olan köpeğin hususiyetlerinin de ayrıca açıklanması gerekiyor.. kavramsal olarak köpeğin işlevinin tam zıddı olan kedilerin hususiyetlerine de ayrıca değinmek istiyorum bu yazıda..
Evlerinin içinde, balık, muhabbet kuşu, kanarya, papağan ve kedi gibi ev hayvanlarını besleyenler evlerini hayvan çiftliğine çevirmedikleri müddetçe komşuları ile ve çevre ile ciddi sorunlar yaşamazken, köpek besleyenlerin komşuları ve çevredekiler ile yaşadıkları ciddi sorunları, mahkemelere yansıyan kavgaları ve hatta insanların ölümüyle sonuçlanan köpek sebepli saldırı ve kavgaları basında görmekteyiz.. ülkemizde, insanların hayvanları öldürmesi ile ilgili hapis ve para cezasını içeren kanunlar var ama sahipsiz hayvanların ( örneğin köpeklerin) insanları öldürmesi ile ilgili “katil hayvanlara” verilecek cezayı içeren kanunlar maalesef henüz yok ( sadece hayvan sahipli ise kusur sahibinde görülürse, sahibine ceza verilebiliyor) .. köpeklerin “dokunulmazlıklarının” kanun boşluğu ile güvence altına alınması hususuna dikkat ediniz.. Amerika'da on yılı aşkın süredir haziran ayının son cuması “köpeğinizi ofise getirin günü” olarak kutlanmaktadır.. 18 haziran 2011 trt haberden bir alıntı: bbc kaynaklı habere göre, “ Kudüs'te aşırı dinci Yahudilerin yaşadığı Mea Shearim mahallesindeki Yahudi yargıçlar, birkaç haftadır Kudüs sokaklarını kendine mesken edinen sokak köpeğinin "görüldüğü yerde taşlanarak öldürülmesine" karar verdi. İsrail YNET haber sitesine göre, köpeğin 20 yıl önce dini mahkemenin yargıçlarını eleştirip hakaretler yağdıran bir avukatın ruhunu taşıdığına inanılıyor... bu konu üzerine biraz eğilmemiz gerekiyor..
Köpeklerin veya daha genel olarak, hayvanların ve insanların üzerine metafizik(ruhani) varlıkların yerleşmesi ve bedenlerinin içinde bulunması mümkün müdür.. evet mümkündür.
Köpeklerin bedenlerini tercih eden metafizik varlıklar ile ilgili bir genelleme yapılabilir mi.. evet, süfli ve şeytani metafizik varlıklar köpek ve diğer necis hayvanların (ve necis insanların) bedenlerini tercih ederler..
Neden tercih ederler.. süfli olanlar necis olanları severler..
sokaklar, meydanlar, mezarlıklar, türbeler, evler, necis varlıkların işgaline uğrarsa, süfli metafizik varlıklar, şeytaniler her yeri işgal eder..
Her şey zıddıyla kaimdir hükmüne göre, bunun tersi nasıl cereyan eder.. Şöyle ki, nezih ve nazif hayvanları (ve insanları) da ulvi metafizik varlıklar ve ruhaniler tercih ederler. Süfli ve şeytani metafizik varlıklar onlardan rahatsız olur uzaklaşmak zorunda kalır.. Büyük meleklerden Cebrail ayet indirmesi görevini icra ederken, kötü kokudan incinmesin diye Hz Muhammed soğan sarımsak gibi gıdaları tüketmemiş, bunun tam tersi gül yağı gibi güzel kokuları sürmeyi alışkanlık yapmış ve güzel koku kullanmayı önermiştir.
Güzel kokular ve temizlik ulvi metafizik varlıkları çeker, süflileri uzaklaştırır; kötü kokular (özellikle sigara dumanı) ve necaset süflileri çeker, ulvileri ve melekleri uzaklaştırır..
Şimdi kedilere gelelim.. kediler temiz hayvanlar gurubuna girer.. kendisini sürekli temizler, pisliğini toprağa gömer.. temiz oldukları için ulvi metafizik varlıkların tercih ettiği hayvanlar içinde insana yakın olan hayvanların ilk sırasındadır.. insana yakın ilk sıradaki süfli hayvan ise köpeklerdir.. sizin yaşam tarzınız ulvi ise kedilerin bol olduğu ve rahat yaşadığı mahalleleri tercih etmelisiniz.. süfli yaşam tarzı sizin yaşam tercihiniz ise, bu sebeple köpeklerin yoğun olduğu mahalleleri tercih ediyorsanız, süs köpeğinizi gezdirirken sokak köpeklerinin kıskançlığı ile veya kendi ezikliğini bastırmak için saldırgan köpek besleyen komşunuzun köpeği ile sizin köpeğinizin kavgaları kaçınılmaz olarak yaşanacaktır.. köpeğin bol olduğu yerlerde musibet kavga, sürtüşme eksik olmaz, üzerlerinde bulunan süfli metafizik varlıkların yönlendirmesinin arkada yatan asıl etken olduğunu da unutmamak gerekiyor..
Satanistler neden kedileri (veya son dönemlerde kedi patilerini) keserler.. çünkü kedilerin bedenlerini ulvi metafizik varlıklar konak olarak kullanmayı tercih ettikleri için, ulvi metafizik varlıklar da satanistlerin düşmanı olduğu için düşmanlık gerekçesiyle kedilere zarar verip, bunun karşılığında şeytandan ödül gelebileceğini umarlar..
Kimler gerçek hayvan severlerdir.. hayvanların doğal ortamlarında yaşamasına müdahale etmeyen, doğanın kendi kuralları içinde hayvanların yaşamasına izin veren, insanların can ve mallarına zarar vermediği müddetçe, hayvanları doğal ortamlarında oldukları gibi seven, zevk için avcılık yapmayan kişiler gerçek hayvan severdir.. kedilerin ve özellikle de köpeklerin mutlaka sahipli olması, tasmasız dolaştırılmaması, aşılanması , sahibi tarafından korunması, sahipli hayvanların çevreye zarar verecek eylemlerin oluşması durumunda, sahibinin sorumluluğu kanunlarla adil ölçülerde sağlanmalıdır.. insanların başıboş hayvanlara, başıboş hayvanların da birbirlerine veya insanlara zarar vermelerini engelleyecek yasa ve kanunlar ivedilikle çıkarılmalıdır..
Hastalıklarla belli hayvanlar arasında belirgin korelasyonlar var mıdır.. maddi hastalıklarda da, manevi hastalıklarda da ciddi oranda, köpek, domuz ve yarasanın olumsuz etkileri yoğun şekilde görülmektedir..
Son söz olarak, maddi ve manevi şifacılık için önemli gördüğüm, “hayvan ve insan bedenlerinin konaklama alanı olarak kullanılması” konusunu ve bu konuda arka planda gerçekleşen görünmeyen büyük mücadeleyi sizler için bir miktar açıklamaya çalıştım..
Tüm dostlara selamlar..
Ak/Kara KAM

7 Nisan 2018 Cumartesi

KAYA TUZU


KAYA TUZU  RAFİNE TUZ  KAVGASI

Yakın bir zaman önce,  “Kaya Tuzu” kavramı ile ilgili bir kez daha hummalı tartışmalar yaşandı..  Bu tartışmalar esnasında tuza ilave edilen siyanür (E-536 = Potasyum Ferro Siyanür)  ile ilgili birileri bir şeyler söyler mi  diye umutla bekledim ama maalesef  tartışma yine gargaraya getirildi. Malum profesörün yaşlılığı, tuhaflığı, tutarsızlığı  ithamları ön plana çıkartılıp, “onu da yemeyin, bunu da yemeyin” video görüntüleri ile, iyice alaya alınıp, kişi üzerinden söylediği şeyler itibarsızlaştırılmaya çalışıldı..  bol bol gülündü ve tuz olayı gündemden düştü..  tuz yerine,  alel acele yeni bir gündem bulunmaya çalışıldı ve şeker kavramı tartışılmaya başlandı..

Kaya tuzu konusu tartışılırken,  “kaya tuzu”, “deniz tuzu”,”himalaya tuzu”, “rafine tuz”, “iyotlu tuz”, “doğal tuz”, “göl tuzu”, “sofra tuzu”, “sodyum oranı yüksek tuz”   gibi pek çok kavram kullanıldı. Bu kavramlar da bazen eksik bazen de yanlış kullanıldı.. Daha da ilginç olanı, iki  farklı resmi kurum yetkilisinin konu ile ilgili yaptığı yazılı açıklama içinde, yanlış ve yanıltıcı bilgilerin bulunması idi..  Bu konu ile ilgili 5 yıl önce paylaştığım yazıdan  bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Bazı şahıslar bu sorunu fırsata çevirip bol paralar kazandı..  Sorunun varlığı  itina ile başarılı bir şekilde gizlendiği için, şu ana kadar  sorunun çözümü için, doğal olarak kayda değer hiç bir adım atılmadı..

 İnsanların “Tuz” konusunda doğru bilgilenmesi , “temiz ve sağlıklı tuz” u kolaylıkla edinebilmeleri için bu konuda bir yazı daha yazmaya ve yazımın sonunda bir açıklama yapmaya karar verdim..

TUZ NEDİR ?

Kimyasal anlamda, asit ve bazların birleşmesi sonucunda nötrleşen tüm bileşiklere tuz denir.  Kimyasal anlamda asidik, bazik ve çift tuz olmak üzere çeşitli kimyasal tuzlar vardır. Biz tuz deyince en çok” Sodyum Klorürü” kastederiz.  Ama tuzun içinde sodyum klorür tuzunun dışında diğer tuzlardan da değişik oranlarda tuzlar bulunmaktadır.

KAYA TUZU NEDİR ?

Jeolojik devirlerde buharlaşma sonucu denizlerin veya kapalı havzaların kuruması sonucu oluşan maden tuzlarına “ kaya tuzu” diyoruz..  İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu 84 mineralin hepsini kaya tuzunda bulunmaktadır.  Bu minerallerin bir kısmı doğada kaya tuzu dışında, hiçbir gıda maddesinde bulunmamaktadır. Tek kaynak olarak kaya tuzu ile birlikte  vücudumuza alınabilmektedir.  Alınmadığı durumda da bir takım sağlık sorunlarını yaşamak zorunda kalacağımız aşikardır..   Kaya tuzu madenleri  homojen olmayan bir dağılım ile kristalleşmişlerdir.  Bu sebeple farklı renklerde olabilmektedirler.  Kaya tuzu kristali ne kadar saf ise o kadar şeffaf olur.  Kristal içine karışan maddeler arttıkça şeffaflık  yerine matlaşma  ve  değişik renklere dönüşebilme görülmektedir.. Yakın zamanın insan kaynaklı çevresel kirlilikleri deniz ve göl tuzlarını kirletmesine rağmen, 200-300 milyon yıl öncesinde oluşan kaya tuzu madenleri çevresel kirlilikten uzak, oldukça temiz ve sağlıklıdır..  Madenlerden çıkartılan tuz kaynakları yenilenemediği için, kaynaklar azaldıkça  bir hazine gibi değeri daha da artmaktadır.. Türkiyenin en önemli kaya tuzu madenleri  Çankırı, Nevşehir,Yozgat  illerinde bulunmaktadır. Kaya tuzunun yaklaşık yüzde 3 ü yemeklik olarak kullanılmaktadır. Yüzde 95 ten fazlası ağırlıklı olarak kimya sektöründe soda külü üretiminde, yüzde 2 si de yine kimya sektöründe diğer kimyasalların üretiminde kullanılır.

GÖL  TUZU NEDİR?

Üzeri açık göl kaynaklarının yaz sezonunda sıcak ve rüzgar ile buharlaşması sonucunda oluşan  tuz kaynaklarıdır.  Asit yağmurları ve kirli akarsular ile beslenebildiği için sürekli yenilenebildiği için maliyeti düşüktür.  Yakın döneme ait, hava kirliliği, asit yağmurları, radyasyon, tarım ilaçları, ağır metaller, kimyasal atıklar vb.  çevresel kirliliklere açık olduğu için sağlık açısından risk taşımaktadır. Üretim  maliyeti en düşük tuz göl tuzudur.  Gıda sektöründe kullanılamayacak kadar kirli olan tuzlar sanayi sektöründe kullanılmak üzere üretilip 25/50 kg lık torbaların üzerinde ”sanayi tuzu” yazmasına rağmen,  çok para kazanma hırsı ile, sanayi tuzları bu torbalardan alınıp küçük miktarlarda ambalaj yapılarak  gıda sektöründe “iri öğütülmüş kaya tuzu”,”salamuralık tuz”  veya “iri öğütülmüş deniz tuzu” diye satılabilmektedir..  

DENİZ  TUZU NEDİR?

Deniz tuzu, tuz kaynağı olarak düşünüldüğünde, bitmek tükenmek bilmeyen bir tuz kaynağıdır. Denizlerin buharlaşma ve beslendiği tatlı su kaynaklarına göre değişik tuzluluk oranları vardır.   Deniz tuzu,  tuz havuzlarında, ilkbahar ve yaz mevsiminde güneşte buharlaşma yöntemi ile elde edilmektedir.  Havuzlarda buharlaşma esnasında CaCO3,  Fe2O3, CaSO4   gibi maddeler dipte çökeltilir ve sodyum klorür bu maddelerden temizlenmiş olur. Ham deniz tuzu da tıpkı göl tuzu gibi iri tanecikli görünümü sebebi ile “kaya tuzu” diye satılabilmektedir.

KAYNAK SUYUNDAN TUZ ÜRETİMİ NEDİR?

Yer altındaki tuz madenleri yakınından geçen akan su kaynakları veya kristalleşememiş yer altı tuzlu su kaynaklarından sıvı halde  tuzlu su üretimi de yapılmaktadır. Sıvı halde satışa sunulan tuzlu su içinde çökelebilen maddeler yok denecek kadar azdır. Kaya tuzunda ise bu maddeler ancak çökertildikten sonra temizlenebilmektedir. Sıvı tuz da jeolojik dönemlerden kalmış ise  kaya tuzuna yakın bir değere sahiptir.  Sıvı tuzun, tuz madenleri suyundan mı yoksa yoğunluğu artırılmış maliyeti ucuz deniz suyundan mı üretildiğini analiz yapılmadan anlamamız mümkün değildir. Katı maddelerden temizlenme ve yeniden kurutulma maliyetleri olmadığı için üretim maliyeti kaya tuzundan daha düşüktür. Nakliyesi, stoklanması ve akışkan surette ambalajlandığı için, tüketim için fazla tercih edilmemektedir. Sıvı kaya tuzu litre ile satılmakta, içindeki tuzun kaç grama tekabül ettiği tüketici tarafından net olarak  algılanamamaktadır.  Kuru kaya tuzuna göre oldukça yüksek fiyattan satılmaktadır..

SOFRA  TUZU NEDİR?

Tuz konusunda kullanılan içi boş, kavramlardan birisi de “sofra tuzu” kavramıdır. Sofraya kaya tuzu da koysanız, deniz tuzu da koysanız, göl tuzu da koysanız, saf tuz da koysanız, kirli tuz da koysanız, katkı maddesi karıştırılmış tuz da koysanız hepsi de “sofra tuzu” olur..  zaten bunların hepsi de sofraya bir şekilde gelmektedir. Ne kastedildiği belli olmayan, kafa karıştıran bir kavram deyip bu kavramı kullanmamak en doğrusu...

RAFİNE  TUZ NEDİR?

Rafine işleminden geçirilmiş  tüm tuzlar genel olarak ”rafine tuz” olarak adlandırılır.  Rafine edilmiş tuzların  nasıl bir rafinasyondan geçirildiğinin detayı bilinmeden,  rafine tuz kavramı ile ne kastedildiği konusunda net olarak hiç bir şey söyleyemeyiz.  Ama genellikle rafine tuz kavramı ile sodyum klorür dışındaki diğer tuzların  % 100 e yakın olarak ayrıştırıldığı sanayi tuzu kastedilir..  yüksek sodyum oranlı tuz da denilmektedir..  iyot ve topaklanmayı önleyici zararlı kimyasallar karıştırıldığında sodyum klorürün oranı % 97.5 civarına düşebilir..  Rafine tuz kavramı ile net olarak neyin kastedildiğini bilmeden bu kavramı kullanmak, ciddi anlamda kavram kargaşası oluşturmaktadır..  Rafine tuz derken kastedilen, sodyum klorür oranı yükseltilmiş, yüksek ısıya maruz bırakılmış hele bir de katkı maddeleri ilave edilmiş tuz kastediliyorsa,  sağlık açısından oldukça zararlı bir madde olduğunu söyleyebiliriz..

Peki tuzun sağlıklı olup olmadığını nasıl anlayacağız ??

BİR TUZUN SAĞLIKLI OLDUĞUNU GÖSTEREN FAKTÖRLER NELERDİR:

1-      İçinde   sağlığa zararlı maddeler varsa bunlardan ayıklanmış olması ,

2-      İçinde sağlığa faydalı diğer kıymetli tuzlar mineraller varsa bunların ayrıştırılmaması, “ tuzun fakirleştirilmemesi”.  

3-      İçine  en başta E-536  potasyum ferro siyanür veya benzeri akışkanlığı arttırıcı “zararlı kimyasalların karıştırılmaması”.  Saf, doğal,  “hiçbir katkı maddesi karıştırılmamış” olması..

 

Özetle içinde varsa, sağlığa zararlı maddelerden temizlenmiş, sağlığa faydalı minerallerine dokunulmamış,  “HİÇ  BİR KATKI MADDESİ İLAVE EDİLMEMİŞ” olan tuz sağlık açısından iyi tuzdur, sağlıklı tuzdur..

 

TUZ HAKKINDA YANLIŞ BİLİNENLER VE DOĞRULARI:

Neyzen Tevfik hakkında söylenenler onun, alkol müptelası, küfürbaz bir bunak olduğu önyargısını oluşturmuştur.  Mehmet Akif hakkında söylenenler ise onun milli mücadele şairi,  örnek ve erdemli bir insan olduğu önyargısını oluşturmuştur.  Oysa şöyle de bir gerçek vardır. Mehmet Akif, Neyzen Tevfik i üstad bilip, ona talebe olup ondan uzun süre ney eğitimi almıştır. Yani Neyzen Tevfik, Mehmet Akifin üstadıdır. Bu konu dışı bilgiyi önyargılarımızın bize oynayabileceği oyunu  ifade etmek ve şu ifadeye dikkatinizi çekmek için için paylaştım:  “bir bilginin, kanaatin doğru, kıymetli olup olmadığını anlamak için KİMİN SÖYLEDİĞİNE  değil, NE SÖYLENDİĞİNE ” bakmamız gerekiyor. Ön yargıların, bizim aklımızla alay etmesine izin vermeyelim..

Şimdi tuz hakkında yanlış bilinenler ve doğrularının üzerinden geçelim:

1.       Yanlış  ”tuz vücuttaki dengeleri bozar” 

DOĞRUSU: tuz hücrelerde asit birikimini azaltarak toplam, alkali-asit dengesini (PH)düzenler. Kandaki asit oranının artması bağışıklık sisteminin bozulması, böbrek rahatsızlıklarının oluşması, alzheimer dahil pek çok rahatsızlığı oluşturur.  Kanın PH seviyesini dengeleyen en ideal madde tuzdur..

              2- Yanlış “iyotlu tuz iyidir”

                     DOĞRUSU: vücutta iyot eksikliği de iyot fazlalığı da vücut için zararlıdır. Ülkemizde 1999 yılından sonra tuzlara iyot karıştırılmasından sonra hipertrioidi hastalarında belirgin bir artış olmuştur. Yapılan klinik çalışmalarda Hipotiriodi  olanlarda da, yani trioid bezi yeterince çalışmayanlarda da,  iyotlu tuz kullandıklarında bu trioid bezinin daha da tembelleştiği, hastalığın daha da şiddetlendiği  gözlemlenmiştir.  Almanyada da yapılan saha araştırmalarında  iyotlu tuz kullanımı ile birlikte  hastalıklarda %25 in üzerinde artış oluştuğu tespit edilmiştir.  Vücudun ihtiyacı olan günlük 100-150 mikrogram  iyotu, süt ürünleri, balık ve yeşil sebzeler ile almak en sağlıklı yöntemdir. Hala vücudumuzda iyot eksiği var ise bunu da kaya tuzu tüketerek karşılayabiliriz..

İyot ilave edilmiş tuzun kullanımı, hem hipertriodi olan hastalar için hem de hipotriodi olan hastalar için sağlık açısından sakıncalı olduğu klinik araştırmalarla artık ortaya çıkmış bir tıbbi bir gerçektir. İyot ilave edilmiş tuzun hastalıkları arttırmasının sebebi  şunlar olabilir..  iyot genelde rafine edilmiş tuzlara ilave edilmekte. Bu tuzlara aynı zamanda topaklanmayı önleyici zararlı katkı maddeleri de ilave edilmekte. Hastalıkları arttıran faktörün iyot değil iyotlu tuzdaki “rafine tuz” ve “katkı maddeleri”  faktörleri olduğunu düşünmek daha mantıklı olacaktır..  ayrıca iyotlu tuzun güneşe maruz kalması, hava ile temas etmesi, yemeğe pişmeden önce ilave edilmek suretiyle aşırı ısıya maruz kalması gibi sebeplerle zaten  iyot uçarak yok olduğu için vücuda iyot girmemekte,  ama sağlığa zararlı olan rafine tuz ve zararlı katkı maddeleri  vücuda girerek insanlar zehirlenmekte..  iyota  ihtiyacı olan hastaların , eczanelerden  “iyot solüsyonu” almaları  pratik bir çözüm gibi görünmekte..  yetişkin bir insanın günlük iyot ihtiyacını  “bir kase yoğurt ve iki yumurta” ile karşılayabildiğini, fazla iyotun da zehir etkisi yaptığını unutmamak gerekiyor..

3.Yanlış, “tuz ihtiyacımızı sadece gıdalardan alabiliriz”

DOĞRUSU: Vücudumuzun ihtiyacı olan minerallerin  tamamını sadece gıda maddelerinden almamız mümkün değildir.. İhtiyacımız olan bazı mineralleri alabilmemizin tek kaynağı tuzdur. Kaya tuzunun içinde sadece sodyum klorür yoktur. Vücudumuz için gerekli olan diğer mineraller de kaya tuzunun içinde değişik oranlarda bulunmaktadır ve başka alternatif kaynağı yoktur..

4. Yanlış, “Tuz az tüketilmesi gereken bir maddedir”

DOĞRUSU: Günlük 3 gramdan az tüketilmesi durumunda, kalp ve damar rahatsızlıklarından doğan ölüm riskini arttırıyor.  Ama alt limit herkes için 3 gram değildir. Hava sıcaklığı, terleme miktarı,  ağırlık, yaş, cinsiyet vb  faktörlerin sonucu  herkesin tuza ihtiyacı farklıdır. Herkesin alt limiti farklıdır. Herkes kendi ihtiyacı ne ise o kadar tuzu mutlaka almalıdır.

5. Yanlış, “kaliteli bir uyku için tuzu yemek listenizden çıkartmalısınız”

DOĞRUSU:  Tuz vücudun hidrat seviyesini korur. Uyku kalitesini arttırır. Stresle başa çıkabilme gücünü arttıran serotonin ve malatonin hormonlarının seviyesini arttırarak, gündüz daha  huzurlu olmamızı, gece de daha kaliteli uyku uyumamızı sağlar..

6. Yanlış,”Kaya tuzunda  kanser yapıcı ve kalbe zararlı maddelerinin bulunduğu” 

DOĞRUSU:  Tam tersi, Kanser yapıcı  etki kaya tuzunda değil,  rafine tuzlarda ve tuzların tamamına karıştırılabilen KATKI MADDELERİNDE  bulunmaktadır.  E-536 kod numarası ile tuzlara karıştırılan Potasyum Ferro Siyanür  oksijen taşınmasını bloke ederek,  bağışıklık sistemini çökerterek kanser ve her türlü hastalığa  yatkın hale getirmektedir..  Diğer, topaklanmayı önleyici madde adı altında karıştırılan katkı maddeleri de başka sağlık sorunları oluşturmaktadır. 

TUZ HAKKINDAKİ SON SÖZLER:

Türkiyede tüketilen tuzların büyük bölümü göl tuzudur. Kirlilik miktarı en yüksek olan tuz göl tuzudur. Çevresel kirlilik miktarı ikinci seviyede kirli olan tuz kaynağı deniz tuzu dur. Türkiyede ikinci sırada deniz tuzu tüketilmektedir. Çevresel kirlilik miktarı 300 milyon yıl önce oluşmuş olması sebebiyle sıfır seviyesine yakın olan kaya tuzu sağlık açısından en temiz tuz kaynağıdır ve kullanım miktarı toplam tuz tüketiminin sadece % 3 gibi küçük bir miktarını oluşturmaktadır.  Ama kaya tuzu diye satılan göl tuzu ve deniz tuzunun oranı  tam olarak  bilinmemektedir. Canan hocanın  kaya tuzu hakkında söyledikleri tamamen doğrudur. Doğada soygazlar dahil 94 element vardır.. soygazlar hariç doğada bulunan 84 elementin tamamı kaya tuzunda bulunmaktadır. Dünyadaki tuz üretiminin %94 ü sanayide kullanılıyor..  sanayide kullanılabilmesi için de sodyum klorür dışındaki tüm tuzlar rafinasyon ile ayrıştırılıyor..bu ayrıştırma esnasında bir miktar toksik madde tuza karışıyor. Bu tür rafine edilmiş tuzların da % 6 sı gıda sektöründe kullanılıyor. % 97,5 oranında sodyum klorür, % 2,5 oranında da iyot ve nem soğuran kimyasallar karıştırılıyor.. bu kimyasallar alüminyum hidroksit veya başka katkı isimleri yazılmış olsa da  genellikle E-536 kod numarasını yazılan ama tam adı yazılmayan potasyum ferro siyanür olduğu bilinmeli..  Sanayi için rafine edilen tuz 650 C dereceye çıkartıldığı için tuzun kimyasal yapısı bozuluyor.  Kimyasal yapısı bozulmuş bu tür rafine edilmiş tuz vücudumuza girince hücrelerden su çekiliyor, hücreler buruşuyor ve bu arada yüksek tansiyon oluşuyor.. Vücut, sanayi için rafine edilmiş bu tuzu zehir olarak algıladığı için bir an önce vücuttan atabilmek için, hücrelerindeki suyu kullanarak hücrelerin ölmelerine bile razı oluyor..  Bu tür rafine tuz tüketildiğinde, vücuttan tuzu atabilmek için aşırı su tutulmasına yani ödeme sebep oluyor.. Aşırı ödem de kalp yetersizliğine ve aynı zamanda selülite sebep olmakta..  Vücuttan atılamayan tuz, akut rahatsızlıklar oluşturmasın diye tek çözüm olarak vücut zararı zamana yaymak istiyor ve tekrar kristalleşerek eklem ve kemiklerde depoluyor..  Uzun vadede ise, artrit, gut, romatizmal hastalıklar, safra kesesi ve böbrek taşı oluşumuna sebep oluyor..  Doğal kaya tuzunda ise durum farklı.. Doğal kaya tuzunun atomik yapısı moleküler değil elektiriksel.. Kaya tuzu doğal iyonlaştırıcı .. Radyasyonu nötralize edebilen tek madde olduğu için nükleer radyasyon atıkları, çevreye zarar vermemesi için tuz depolarında  saklanıyor..  Günümüzün elektronik aletlerinden yayılan artı iyonların bize zarar vermesini engellemenin en pratik yolu da yine tuz kristalleri ile ortamımızı temizlememiz.. Tuz kristalleri, yorgunluğu, stresi,  astım krizlerini,alerjileri baş ağrılarını, cilt rahatsızlıklarını, ortamdaki kötü kokuyu azaltır ve kaliteli bir uyku için uygun ortam sağlar.. Eksi iyonlar, havadaki polenleri, toz zerreciklerini,  hayvan tüylerini, küflü sporları temizler..

TUZDA KATKI MADDESİ  OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLARIZ ?

Tuza karıştırılan iyot dışındaki katkı maddeleri akışkanlığı arttırmak gayesiyle karıştırılır.. Bu sebeple iyice öğütülmüş olan tuz tuzluk içinde veya torba içinde topaklanıyorsa, parmaklar ile  dokununca dağılmıyor, sadece  çok kuvvetlice sıkılınca dağılabiliyorsa  tuzda katkı maddesi yoktur, tuz doğaldır..  Ama tuz akışkan ise yumru halinde topaklanmıyorsa, serteşmiyorsa  , küçük topaklar dokununca hemen dağılıyorsa, içinde katkı maddesi vardır ve büyük ihtimalle bu katkı maddesi de potasyum ferro siyanürdür..

TUZUN KAYA TUZU OLUP OLMADIĞI NASIL ANLAŞILIR?

Tüketicinin kullandığı tuzun kaya tuzu olup olmadığını anlamasının pratik bir yöntemi yoktur. Bu sebeple kaya tuzu zannedilerek alınan ve tüketilen tuzların büyük bölümü maalesef  kaya tuzu değildir.. Kaya tuzunun kaynaklarının azlığı, temiz damarların  ayrıştırılması, öğütülmesi ve nakliyesi maliyetleri sebebiyle kilosu 16 lira ile 100 lira arasında değişen fiyatlarla satıldığı görülmektedir.. Düşük fiyatlarla satılan tuzlar büyük ihtimalle  göl tuzu veya deniz tuzudur.. Yüksek fiyatla kaya tuzu diye, sanayi için üretilmiş göl veya deniz tuzu alma ihtimaliniz de var.. Bu sebeple kaya tuzunuzu mutlaka güvendiğiniz bir kişiden veya kurumdan almak en pratik çözüm olacaktır..
BİR DAMLA SUDA BU KADAR FIRTINA ÇIKMASININ ASIL SEBEBİ NE ?
Dünya nüfusunu gıda ile kontrol etmek.. Her eve giren tuz, un, şeker, yağ, et, peynir, yumurtayı kontrol eden ve bunlara karıştırılan katkı maddelerini kontrol eden tüm dünyayı kontrol eder ve yönetir..

Ak Kara KAM/ Erkan Hoca

28 Eylül 2015 Pazartesi

DEVLET VARLIKLARININ YOK OLUŞ SÜRECİ..

devlet varlıklarının yaratılışı, çalışma fonksiyonları, insanlarla savaşma yöntemleri ve yok oluş süreçlerini içeren bir yazıyı hazırlayacağımı uzun süre önce belirtmiştim.. bu zor bir yazı olacağı için önce bu yazının yazılma zamanının gelmesini bekledim.. çünkü bu yazıda anlatılacakların en erken 2019-2020 li yıllarda başlayabileceğini düşünüyorum.. sonraki süreci hep birlikte göreceğiz .. daha önce kuramsal olarak varlık kavramı ve aşk kavramı konusunda iki yazı yazmıştım, bu yazıyı okumadan önce o iki yazıda varlık konusu ile ilgili bazı terimlerin üzerine inşa edilecek bu yazının kolay anlaşılabilmesi için o iki yazıyı okumuş olmakta fayda var.. çünkü literatürde olmayan bir kaç yeni kavram kullanılacak.. devlet varlığının özelliğini açıklayarak başlayalım yazımıza .. devlet varlıkları da insanlar tarafından yaratılan diğer varlıklar gibi hastalıklı, eksik olmak zorundadır.. çünkü insan mükemmel kusursuz varlık yaratma kapasitesine sahip olarak yaratılmamıştır.. kendisi yaratıcı değil yaratılmış bir varlıktır.. mükemmel bir varlık yaratabilmek sadece tanrıya mahsustur.. yaratılmışın mükemmel bir varlık yaratması onun tanrı statüne çıkması anlamına gelir ki bu mantık olarak muhaldir, olması düşünülemez.. insanın yarattığı bir mahluk olan devlet varlığı bu sebeple zaten ilk yaratılışı itibariyle arızalı olarak yaratılmıştır.. bu arızalı varlık belki insanların yarattığı en zararlı varlık türü olarak kalacaktır.. zira devlet denen varlığın düşmanı insan neslidir.. devlet önce kendi ülkesindeki insanları köleleştirmek ve kendine itaat ettirmek için sistemler kurar, onları tamamen köleleştirir, kendisine itaat etmeyeni yok eder, sonra da diğer devletlerin insanlarını da kendi egemenliğine almak için onlarla savaşır.. devletlerin yaratılış süreci tıpkı diğer insana ait yaratılan varlıklar gibi ilk önce insanın beyninde düşünce olarak başladı.. hastalıklı beyne sahip bir insan, insanların özgür yaşamlarını kıskanıp, tüm insanları kendisine itaat etmek zorunda kalacakları bir varlık yaratmayı düşündü.. bu varlığı oluşturduktan sonra kendisi bu varlığın yaratıcısı olduğu için bu varlığı yönetecek ve böylelikle tüm insanların özgürlüklerini ele geçirip onları köle, kendisini de topluma hükmeden efendi yapacaktı.. ilk plan bu idi.. insanların kendi özgürlüklerini kısıtlayacak bir varlığa durup dururken itaat etmeleri nasıl sağlanacaktı.. bu sorun aşılırsa yeni doğan kişiler kendilerini zaten bu kölelik sisteminin içinde doğacakları için sonrakilerin itaati çok daha kolay olacaktı.. ilk itaati sağlamak için, güzel bir yalan bulunmalıydı.. güvenliğin, adaletin ve ekonomik refahın sağlanabilmesi için devlet denen kurumun mutlaka olması gerektiği fikri güzel bir yalan olarak ortaya atıldı.. bu fikirleri beslemek için, herkesin hoşuna gidecek kurallar sayıldı.. bu kurallar toplumun kabul ettiği kurallar olacaktı ve bu kuralların uygulanabilmesi ve devamlılığı için insanların itaat edeceği bir varlığa ihtiyaç olduğu söylendi.. bu varlık devlet olacaktı.. insanların kulağına güzel kurallar ve bu kuralların kurumsal olarak uygulanabilecek olması gayet hoş geldi.. devlet denen bu varlığın yaşayabilmesi için herkesin itaat etmesi kurallara ve kuralları koyanlara itaat etmesi gerekiyordu.. hatta devlet denen varlık için çalışan görevlilerin giderlerini karşılamak için para vermek ve hizmet etmek gerekiyordu.. insanlar, kurallara itaat etmeyen insanları cezalandırmak için ve başka ülkelerden gelmesi muhtemel saldırılardan kendilerini korumak için devlete itaat etmeyi, vergi vermeyi ve askerlik yapmayı kabul ettiler.. kuralların uygulanacağı ve kuralları ihlal edeceklerin yargılanıp cezalandırılacakları adalet kurumlarının meşruiyetini kabul ettiler.. işler buraya kadar güzel görünüyordu.. insanı, yani halkını düşman olarak gören o şekilde yaratılan devlet, tıpkı diğer varlıklar gibi bir varlık idi.. bilincinin farkında olan, aklı olan , bedeni olan bir canlı idi.. düşmanı da insan idi.. devlet denen bu varlık türü hızla çoğalmaya başladı.. bu varlık diğer varlıklar gibi sonsuza kadar yaşamak istiyordu.. varlığını sonsuza kadar sürdürmek ve gücünü sürekli arttırmak için savaşımlar başladı.. bu aşamadan sonra devlet vahşileşmeye başladı ve kendi kurallarını kendisi koymaya başladı.. devletin yönetimine en acımasız insanları seçmek ve kuralları vahşi bir şekilde uygulamak .. devlete ve onun koyduğu kurallara itaat etmeyenler en sert şekilde cezalandırılacaktı.. insan mı, devlet mi öncelikli? sorusuna artık, “elbette devlet önceliklidir” aşamasına gelinince insanlara karşı her türlü zulmün reva ve hak olarak görüleceği bir aşamaya gelinmişti.. artık devleti yönetmek için guruplar devletin prototipi denilecek küçük küçük devletçikler oluşturmaya başladılar.. tabi bu devletçikler büyük devletin kontrolünde oluşturuluyordu.. insanlar bu küçük devletçiklerden birisini seçeceklerdi.. bunlar, partiler, şirketler, vakıflar vb her türlü tüzel kişiliklerdi.. devletin kontrolünde gerçekleşen bu süreç, sadece insanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlıyordu.. seçilen, güç kazanıp gücü büyüyen küçük devletçikler güçleri oranında, büyük devleti yönetiyordu.. gücü tek başına tamamen ele geçirince bu küçük devletçiğin önünde iki tercih vardı, birisi büyük devlete mutlak itaat, ikincisi de büyük devleti yavaş veya hızlı bir şekilde ele geçirip küçük devletin, büyük devlet haline geçmesi.. buna devrim deniyordu.. aslında pek bir şey değişmiyordu.. çünkü yeni kurulan da yine başka bir devlet oluyordu.. hem de eksik taraflarını güçlendirmiş açıklarını kapatmış daha da vahşileşmiş daha da zalimleşmiş bir devlet oluşuyordu.. bu süreç sürekli en kötü en vahşi devletçiğin büyük devleti ele geçirip biraz daha vahşileştirmesi ile sonuçlandı.. artık günümüzde insanlar devletin, gücünü kullandığı, asker, polis, zabıta, vergi memuru, adalet kurumu mensupları ile çepeçevre kuşatılmış durumda.. artık devletler kendi halklarını ve güçlerinin yettiği kadar da diğer devletlerin halklarını o kadar kuşatmış durumda ki, insanlar özgürlüklerini yaşayabilecekleri hiç bir yer bulamayacak kadar bunaltılmış durumda.. insanlar artık devletlerin kendilerine iç ve dış güvenlik sağlamadıklarını, adaleti sağlamadıklarını ekonomik olarak kendilerine fırsatlar vermediklerini gördüler.. devlete güvenlikleri için vergi vermelerine rağmen, güvenliklerini sağlamak için, özel güvenlik sistemleri kurmak, özel güvenlikçiler tutmak ve hatta bu yetersiz kalırsa diye, sigorta şirketlerine pirim adı altında yeni vergiler ödemek zorunda kaldıklarını gördüler.. kendi vergileriyle yapılan köprülerden geçmek için oto yollardan geçmek için her seferinde yeniden para ödemek zorunda kaldıklarını gördüler.. bisiklet ile at ile at arabası ile otobandan, köprüden geçmelerinin yasak olduğunu gördüler.. adalet sisteminin kişilere göre farklı farklı çalıştığını gördüler.. gelirlerinin daha da artmadığını sürekli azaldığını gördüler.. kendilerinin kurduğu devlet, çıkaracağı kanunları insanlara sormuyor kendi istediği kanunları çıkartıyor ve halka sadece itaat etme seçeneği dayatılıyordu.. bu adaletsiz sistemi yürüten kişilere de dokunulmazlık hakkı veriliyordu.. zira kurallar o kadar acımasız idi ki, bu kuralları uygulatanların bu kurallardan muaf olması lazım dı ki, kuralları uygulatabilecek kişiler bulunabilsin.. devletlerin yok oluş sürecine girmelerini izah etmeden önce devletlerin” bedenlerini” oluşturan unsurlar ve “devletlerin gücünün ölçü birimlerini” de izah edelim.. devletin bedenini, insanlar onları görünce aklına devleti getirten her insan varlığı, devletlerin bedenlerinin bir bölümüdür.. kendileri görüldüğünde akıla devlet gelen tüm varlıklar devletin bedenidir genel anlamda.. bir askeri araç, bir polis, bir ambulans fark etmez.. insan, araç, gayri menkuller, tabelalar, reklamlar gibi görünen varlıklar veya seçim sistemi, devlete ait tüm tüzel kişilikler tüm kurumlar ve bunları hatırlatan tüm varlıklar devletin bedeninin parçalarıdır.. devletin parçalarını, devletin gücünün birimini izah edebilmek için açıkladık.. devletin gücünü “iki ölçü birimi” ile izah etmek gerekiyor.. bunlar yeni kavramlar.. birincisi “devletin kesit gücü”, yani bir gün içinde devlet kurumunu akla getiren varlıkların kaç insan tarafından görüldüğü ve aklından devlet kavramının geçtiği toplam tekrar sayısı.. kolay anlaşılsın diye, örneğin, bir devletin 100 halkı var, bir günde bunlardan 90 tanesi ortalama 10 kez devleti hatırlayacak varlık gördüler.. o zaman bu devletin günlük gücü 900 adam/tekrar birimi dir. İnsanların günlük, devlete ait varlıkları görmesi ve bunu düşünmesi sayısı ne kadar artarsa devlete bağımlılık ve kölelik artar.. ne kadar azalırsa kişilerin özgürlükleri artar.. devletler bunu bildikleri için, “çoklayıcı” denen “katalizörleri” kullanırlar.. nedir çoklayıcı?.. devlete ait varlıkların tek tek görünmesi ile toplu olarak görünmesinin farkı vardır.. izleyenlerin tek tek izlemesi ile toplu olarak izlemesi de farklı sonuçlar doğurur.. şöyle ki.. 1 askeri bir vatandaş görse 1x1=1 adam/tekrar devlet gücü yaratılır.. oysa gurup halindeki 5 askeri, gurup halindeki beş vatandaş gördüğünde 5x5=25 adam/tekrar devlet gücü yaratılır.. bu çoklayıcı sistem gurup halinde yapılan tüm aktivitelerde aynı şekilde ortaya çıkar.. devletler bu sistemi bildikleri için, görüntülü, sesli, sanal veya gerçek bedenlerini gösterirken sayılarını arttırmayı özellikle tercih ederler.. bir seçim mitinginde on bin kişiyi, elli bin kişi olarak lanse etmek izleyenlerin sayısıyla bu sayının çarpımı kadar toplam etki oluşturacağı için propaganda açısından oldukça önem taşımaktadır.. devletler güçlerinin kesit birimlerini arttırmak için her türlü güç çoklayıcı sistemi kullanırlar.. insanlar devletlerin gücünü gördükçe isyan etme güçleri kırılır ve devletlere itaat etmekten başka çareleri olmadığını hissederler.. “ toplam devlet gücü” ise, devletin kurulduğu andan itibaren en son güne kadar devlete ait her türlü varlığın insanların aklında kaç kez çağrışım yaptığı sayısının genel toplamı ile ölçülür.. burada devletin yaşı, devletin bedeni olarak kullanılan varlık sayısı, varlıkların insanlar tarafından düşünülme günlük tekrar sayısı ve kullanılan çoklayıcılar toplam gücü oluşturan unsurlar olarak ortaya çıkıyor.. şimdi de “devletlerin yok oluş sürecine” girmeleri ve yok oluş süreçleri izah edilecek.. artık devletlerin insanların özgürlüklerini kısıtlayan, insanlara hiç bir ek refah sağlamayan, sürekli yasaklar koyan, sürekli sömüren, sürekli güçlenen ve daha fazla vahşileşen insan düşmanı olarak yaratılmış bir varlık türü olduğun, insanlar tarafından fark edilmeye başlanıyor.. ama devletler de, kendileri ile savaşmak isteyecek insanları tespit etmek ve onları yok etmek için de sistemler geliştirmiştir.. insanlar, yeni bir parti kurarlarsa veya devleti yıkmak için örgütlenirlerse bu çalışmalar da yeni bir devlet nüvesi olacağı için, devletlerin yok olmasını temin edemez.. sadece eski devleti yıkıp daha vahşi yeni bir devlet oluşmasını sağlar ki görüldüğü gibi yeni devletler eski devletlerden daha güçlü olacağı için artık bu yöntemin kullanılmaması gerektiğini insanlar fark ederler.. çözümün “bireyselleşme” olduğunun insanlar tarafından algılaması devletlerin çöküşünün başlangıcını oluşturacak.. insanlar bireyselleşeceği için, devletler savaşacak örgüt veya gurup bulamayacak.. insanlar “pasif direnişe” başlayacaklar.. öncelikle devletin kullandığı “çoklayıcılar” devre dışı bırakılacak.. insanlar radyo, televizyon, gazetelerden devletin gücünün çoklanmasına izin vermeyecekler.. devleti hatırlatan, radyo, televizyon veya gazete, dinlenmeyecek, izlenmeyecek ve okunmayacak.. böylece devletin “ günlük güç tekrar sayısı” birey bazında azalacak.. insanlar bir yerlerde” toplanmayacaklar”.. hatta protesto için bile toplanmayacaklar.. devletler “dövecek protestocu” bulamayacak, gücünü göstermek için bunu “ haber” yapıp “çoklayıcı” olarak kullanamayacak.. ikinci merhalede, “artık ürün” oluşturulmayacak… herkes ihtiyacı kadar çalışacak.. karnını doyuracak kadar çalıştıktan sonra “biriktirmek için” fazladan çalışmayacak.. böylece “emeğinin sömürülmesini azaltacak”.. sömürü azaldıkça devletlerin güç kaynakları kurumaya başlayacak ve “devlet, bedenini oluşturan kişilerin ve araçların sürdürülebilirliğini taşıyamayınca” “azaltma” yoluna gidecek.. “devletin bedeni azaldıkça” gücü de azalacak.. bu döngü çalıştıkça “devletlerin varlığına gerek olmadığı” tüm dünya insanları tarafından ortak fikir olarak kabul edilecek.. “insanları birbirleri ile savaştıran” zaten “devletler” olduğu için “devletlerin olmadığı bir dünyanın” “savaşlardan korunmanın tek yolu” olduğu kabullenilecek.. barışın, bireysel özgürlüğün hakim olabilmesinin tek yolunun devlet varlıklarının son bulmasıyla gerçekleşebileceği kanaati, tüm dünya halklarının binlerce yıldır devletlere kaptırdıkları özgürlüklerini yeniden ele geçirmelerini sağlayacaktır.. topluluk içinde yaşamanın kuralları olmayacak mı.. elbette olacak.. muhtemelen, şehir toplulukları oluşacak.. bu günkü anlamıyla, yasama yürütme yargı adalet sisteminin tamamı bizzat halk tarafından doğrudan kullanılacak.. kuralları kendileri koyacak, kendileri uygulayacak, kendileri denetleyecek, hoşlarına gitmeyen kuralları kendileri değiştirecek.. kısa süre içinde bu yöntem atomize olacak .. bu basit ve özgürlükçü sistemin bağımsız şehirler birliği oluşturması mükün.. bu sürecin başlangıç aşamasının, yaşanılması çok zor alanlarda örneğin denizlerin üzerinde yüzer evlerde veya, okyanuslardaki kayalıklarda veya kutuplarda özgür yaşamak isteyen bireyler tarafından oluşturulan devletsiz bağımsız bireylerden oluşan örnek insan guruplarının oluşması ve devletlerin hakimiyeti altında köle olarak yaşayan insanlara bu düşüncenin aşılanması suretiyle tüm dünyanın devletsiz şehir topluluklarına dönüşmesi, şeklinde de görebiliriz.. bunun nasıl gerçekleşeceğini zaman içinde göreceğiz.. dünyanın yok olmasından önce yaşanması beklenen altın devirin bu şekilde oluşacağını düşünüyorum.. böyle bir süreç yaşanmaz ise ne olacak? at arabası ile aya yolculuk yapmak fikri gibi, bilim-kurgu bir hayal olarak belki bir romana veya filme konu olabilir.. sorun yok..
 ak kara kam /eylül-2015






19 Ocak 2015 Pazartesi

AYI DİYETİ İLE YAĞLARINIZDAN KURTULUN

AYI DİYETİ İLE YAĞLARINIZDAN KURTULUN

daha önce AYI DİYETİ diye bir diyet duydunuz mu? elbette duymadınız.. bu ismi ben uydurdum çünkü.. şu ana kadar bazı arkadaşlara bu diyetin mantığını anlattım ama ilk kez yazıyorum.. nedir bu ayı diyeti.. ayıların beslenme yöntemlerinden bazı beslenme kurallarına ulaşmak ve bu kurallara göre yaptığımız besenme yanlışlarımızı tespit edip ihtiyacımız olan doğru beslenme yöntemine ulaşmak.. bu kadar basit aslında.. ayıların kendi ihtiyaçlarına göre nasıl beslendikleri ve bizim kendi ihtiyaçlarımıza uygun olmayan beslenme şekline yoğunlaşalım.. 
ayılar çok hareket ederler, çok gezerler, çok yemek yerler, çok spor yaparlar vücutları oldukça kaslıdır ve aynı zamanda oldukça yüksek yağ stoklarlar..
ayılar bu kadar yağı neden stok yaparlar.. uzun süren kış uykusunda yağı enerji kaynağı olarak kullanmak için elbette..
peki bu kadar yağı biriktirmeyi nasıl başarır.. vücudunun günlük ihtiyaçlarından daha fazla besin maddeleri alarak.. günlük ihtiyaçtan daha fazla alınan karbonhidratı yağ olarak biriktirirler ve beslenemeyecekleri, uzun kış uykusu için stok yaparlar..
insanların yağ stoğu yapmaları için bir ihtiyaç var mı.. elbette yok..
o halde ayıların yaz sezonunda yaptıkları beslenme ve aşırı hareketlilik kendileri için doğru olabilir ama ihtiyaçlarımız aynı olmadığı için bizim bu tür bir beslenme ve hareket modelinden uzak durmamız gerekiyor..
yaz sezonunda ayıların beslenme şekline ve hareket sistemine benzeyen bir modeli biz de benimser isek, ayıya benzeyen obez bir görüntüye ulaşırız ama ayılar kış uykusunda bu stokları kullanırken biz kullanamadığımız için yanlış yapmış oluruz..
aslında bu yazıda özellikle vurgu yapmak istediğim iki husus var..
birincisi yanlış beslenme ve yanlış hareket modelimizi tespit edip bu yanlışları yaşamımızdan çıkarmamız..
ikinci konu ise, bu yanlışımızın sonucu olarak ortaya çıkan yağ stoğunu eritebilmek için önerilen yanlış yöntemlerin sakıncalarını belirtmek ve şu ana kadar literatürde olmayan ayı diyeti yöntemiyle yağ yakımı sistemini izah etmek..
bu yazıya "ayı diyeti" dememin sebebi de "yağ yakımında bu metodun" kullanılacak olması..
beslenme ve hareket modelimizdeki temel yanlışlar konusunda detaylara ve açıklamalara girmeyeceğim, girersem bir kitap çıkar bu konulardan.. özeti şu:
1-ihtiyacımızdan daha fazla kas yapmaya çalışmamız..
2-profesyonel sporcu olmayan kişilerin, profesyonel sporcuların yapabilecekleri zorlayıcı aktiviteleri yapmaya çalışmaları..
3-egzersizlerin kişiye uygun süreden daha fazla yapılmaya çalışılması ve egzersiz faaliyeti takviminin düzensiz uygulanması..
4-vücudumuzun harcadığı günlük toplam kaloriden daha yüksek miktarda besin alınması..
5-beslenme öğelerimizin içinde bulunan besin türlerinin hangisine ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmeden, yanlış beslenmemiz (bazıları eksik bazıları fazla)
6-gün içinde almamız gereken toplam besin ögelerinin hangi zamanlarda, ne miktarlarda ve hangi besin ögelerinin hangileriyle birlikte veya ayrı olarak alacağımızı bilmememiz.
7-yemek ve uyku saati arasındaki metobolik ilişkiyi bilmememiz. yemek ve uyku saatlerini bize zarar verecek şekilde hatalı olarak kullanmamız.
yukarıdaki yanlışlıkların tamamı, vücudun aklimatize olma muzcesini işlevsiz hale getiriyor.. aşırı ve düzensiz hareket etme huyumuzdan vazgeçmemiz gerekiyor.. bunu başardığımız zaman vücut günlük kalori ihtiyacı ezberleyecek ve doğru beslenmeyi öğrendiği için, aşırı yağ birikimi sorununu çözmüş olacak..
bu tamam da bu güne kadar alınmış, birikmiş yağları nasıl eriteceğiz ??
ayıların yağı eritme sistemi ile aynı.. yağı eritme konusundaki önemli bir yanlışı yine ayılardan öğreneceğiz.. çok hareket ederek yağ eritilmez.. öyle olsaydı ayılar çok spor yaptıkları yaz mevsiminde yağ biriktiremezlerdi.. enerji ihtiyacının yüksek seviyede olduğunda, öncelikle karbonhidratlar kullanılır.. düşük seviyede enerjiye ihtiyaç varsa ve karbonhidrat stokları tükenmişse ancak o zaman yağ stokları daha yoğun kullanılır.. uyanıkken yatma pozisyonunda bile olsak matabolizmanın sabit ihtiyacı olan kaloriyi elde etmek için bile karbonhidrata ihtiyacımız olacak..
en verimli yağ yakma hızı, metabolizmanın en yavaş çalıştığı zamandır.. yani uyku halidir.. yani uyurken aç kalabiliriz, açlık hissetmeyiz.. ama bir sorun var, aç iken uykuya dalamayız !! karaciğerimiz ve kaslarda yeterli glikojen stoğumuz varken uyuyabiliriz.. yatmadan önce, ya da bir şekilde gece uyanınca yemek yeme ihtiyacı bazal metabolizmanın ihtiyacını giderebilecek seviyede bile glikojen stoğunun kalmaması sebeple oluşur..
o zaman uykuda yağ yakmanın sihirli formülüne yaklaştık..
"enerji stoğu tükenmeden kısa bir süre önce uykuya dalmak ve uykunun büyük bölümünde yağ yakabilmeyi başarmak".. bunu, ölçmeden ve planlama yapmadan başaramayız.. saat kaçta yatacağımızı planlayıp en son yediğimiz yemeğin içeriğindeki karbonhidratın miktarını da yatma saatimizden bir saat sonra bitecek miktarda almalıyız.. böylece uyurken yağlarımızdan kurtulacağız.. sabahları uyakıkken de günlük kalori ihtiyacımız kadar besin maddeleri alacağımız için kısa bir süre sonra vücudumuzun kendiliğinden fit hale geldiğini şaşkınlıkla göreceğiz.. hiç bir gıda maddesi kısıtlaması yapmaksızın.. ama vücudumuzun ihtiyacı olan karbonhidratlar, proteinler, yağlar, mineraller, vitaminler ve sıvının ihtiyacımızı karşılayacak kadar alınmasını mutlaka temin etmek kaydıyla ve ihtiyacımızdan fazla kalori oluşturmamak kaydıyla, istediğimiz her şeyi yiyebiliriz ve zaten yememiz gerekiyor.. spor veya egzersiz yapmayı öneren ama harcanan kaloriyi karşılayacak kadar besin maddeleri alınmasına izin vermeyen (eksi kalori oluşturan) diyet önerileri ile karbonhidrat, protein, yağ, mineral, vitamin ve sıvı dan bazılarını almayarak veya azaltarak veya bazılarını azaltıp bazılarını arttırarak yapılacak tüm diyetler insan sağlığına ciddi derecede zarar verebilir !!! diyet, beslenme, egzersiz hastalık teşhis ve tedavisi konusunda, diplomalı, eğitimli veya eğitimsiz kişiler tarafından genellikle yanlış pek çok bilgi ortalıkta dolaşmaktadır.. insanların özellikle hata yapmaları için yanlış yönendirilmelerinin en temel sebebi, insanların yanlış beslenmesinden, yanlış egzersiz yapmasından, hasta olmasından, tedaviye ihtiyacının olmasından, yüksek miktarlarda gelir elde eden dev sektörlerin olması !! sektörlerin sürekli gelir elde edebilmeleri için sürekli müşteriye (hata yapan insana) ihtiyaçları oluyor.. insanlara sürekli yanlış yaptırabilmenin en basit yolu da yanlış yönlendirilmenin yetkili kişiler tarafından yapılacağı bir eğitim ve ekonomik sisteminin kurulması..
bu sistem çalışıyor .. önce yanlış beslenme yöntemleri, fast food sistemi veya doğal olmayan ürünlerle yanlış beslenmeniz sağlanıp paranız bir kez alınıyor.. sonra kilo alıp obez olduktan sonra, diyetisyenlere, fitnes merkezlerine para ödüyorsunuz, sonra sorunlarınız çözülmüyor, psikologlara psikiyatristlere ödeme yapıyorsunuz, sonra hastanlere ve ilaç sektörüne ödeme yapmaya devam ediyorsunuz.. hayatınızdan memnunsanız sömürülmeye devam edin..
ama değilseniz şunu bilin ki, "eksi kalori" mantığı ile çalışan tüm diyetler vücutta az veya çok hasar oluşturur. bağışıklık sistemini çökertme ve hatta bazen ölümle sonuçlanabilecek riskler içerir.. ayı diyetinin özeti ise şu.. vücudumuzun ihtiyacı olan her şeyi, ihtiyaç miktarı kadar alıyoruz.. vücudumuzun kas yapısının nasıl olacağına karar verirken kişiye özel, günlük ihtiyaçlarımızı karşılayacak limitte şekillendiriyoruz. vücudumuzun aklimatize olma özelliğinde onun kafasını karıştıracak inişli çıkışlı dengesiz, hareket etme davranışları yapmıyoruz, kendi özel ihtiyaçlarımızı karşılamaya uygun kişisel bir yaşam modeli geliştiriyoruz .. beslenme ve hareket tarzımızı alışkanlık haline getiriyoruz.. spor yapmayı profesyonel sporculara bırakıyoruz.. egzersizleri ise ya düzenli yapıyoruz, düzenli yapamıyorsak hiç yapmyoruz.. ama günlük yaşantımızda, vücudumuzu mümkün olduğunca fazla kullanarak hareketli bir yaşam şeklini benimsiyoruz.. fazla yağlarımızı da uykuda yok edecek şekilde, akşam yemeğinin içeriği, saati ve yemek miktarını ayarlamak suretiyle program yapıyoruz..
karaciğerimizdeki ve kaslarımızdaki glikojen stoklarımızın tükenmesine bir saat kaldığında uykuya dalmış oluyoruz.. ayı diyetini kullanmak suretiyle, ayı görünüşünde olmayan, panter gibi güçlü veya ceylan gibi fit, sağlıklı bir vücudunuzun olmasını temenni eder, aynı zamanda kendisiyle, çevresiyle, doğayla uyumlu akıl ve ruh sağlığı yerinde mutlu bireyler olarak yaşamanızı dilerim..
ak kara kam

2 Kasım 2013 Cumartesi

AŞK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM..


                             AŞK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM

İkinci yazım aşk kavramı üzerine olacak demiştim..
Olabildiğince sade yazmaya gayret edeceğim..
Günümüze kadar, aşk ile ilgili yanlış çok şey söylendi.  Çok kafa karıştırdı bu sözler..
Mümkünse bunları unutalım ve yeni bir sayfa açalım öncelikle..
Aşkın tarifi ile başlayalım.
Aşk, insan varlığının, Tanrının yaratışına, gayri meşru bir öykünme eylemine verilen addır.
Aşık olma eylemini yapan kişiye Aşık diyoruz.
Aşık olunan kişinin de bir ismi var ona da Maşuk diyoruz.
İnsanların kafasını en çok  karıştıran husus, maşuk olan kişinin mahiyeti hakkında düşülen yanılgıdır. Bu yazıda özellikle bu konu hakkında açıklama yapılacak, diğer konulara mümkün olduğunca değinilmeyecektir.
Aşık, aşk ve maşuk kavramları açıklanırken aşkın değişik çeşitlerinden, sadece  insanın insana olan aşkı konusu kastedilecek, diğer aşk çeşitleri konunun dışında bırakılacaktır.
MAŞUK NEDİR ?
İnsan varlığı tarafından, Tanrının yaratışına, gayri meşru bir öykünme eylemi sonucunda oluşturulan, nakıs, arızalı bir varlıktır. İnsanın aşık olmak haricinde, başka gayri meşru yaratış öykünmeleri de vardır. Bir sonraki yazımızın içeriğini, bu diğer  gayri meşru yaratış öykünmeleri oluşturacaktır. Daha önce yazdığımız, varlık konusundaki yazımızda belirttiğimiz gibi varlık olabilmek için beden, akıllı bir ruh ve yeterli bilgi gerekmektedir. Maşuk dediğimiz mademki bir varlık ise bunun bedeninin mahiyeti nasıl bir şeydir?
Genellikle yaşamakta olan bir erkek veya kadının bedeni ve daha özelde yüzünün görüntüsü maşukun bedeni olarak kullanılır. Bir anlamda bu yüzün kopyası kullanılır.
Peki maşukun bedeninin çalıntı olduğunu, bir varlığın kopyası olduğunu anladık, ruhu nasıl oluşur, nasıl oluşturulur ?
Aşık olmak isteyen kişi maşukunun bedeninin nasıl bir görüntüsü olacağına karar verdikten sonra kendi ruhunun bir kopyasını ve bu kopya ile birlikte kendi ruhunun bir bölümünü bir daha geri dönüşü olmayacağını bile bile kendi iradesiyle yaratmak istediği bedenin var olabilmesini temin etmek için o bedene akıllı bir ruh olarak verir.. Tanrının kendi ruhundan Ademe üflemesine öykünmeye ve daha önceki hiç  bir yaratılmışa benzemeyen özel kusursuz yaratışın  bir benzerini yapmaya çalışır, bu  yaratış öykünmesi eyleminde..
Artık maşukumuzun bir bedeni ve bir ruhu vardır. Hem de sorunlu bir ruhu. Hatta bir değil iki ruhu ve bir bedeni vardır aslında.  Aynı beden içinde, birincisi o bedende daha önceden beri bulunan ruh ve ikinci olarak aşıkın yarattığını düşündüğü ama aslında yaratamadığı kendi ruhunun kopyası olan ikinci ruh.
Maşukunu  tam olarak yarattığını düşünen aşık, (canlı birisinin bedenini beden olarak kullanan aşık) hareket etmekte olan, konuşan maşuku görünce mest olur, erir, içi gider.. kendi ruhunun  bire bir kopyası olarak algıladığı bu varlığı gördükçe, onun yanında yakınında iken duyabileceği en büyük hazzı duyar.. tıpkı kendisi gibi olan birisiyle yan yana olmak tanımlanamaz bir keyif verir..
Maşuku aslında kendisi gibi değil, zaten kendisidir. Kendi ruhunu taşımaktadır. Bununla birlikte aynı zamanda maşuku kendisinin kuludur. Çünkü onu kendisi yaratmıştır. Onun yaratıcısı olduğu için her istediği şeyi yapacağını, kendisine mutlak itaat içinde olacağını düşünür. Maşukunun yaşayan bir kul olduğunu görmesi, kendisini de tanrı gibi hissettirir..
Bu hayal alemi, bu varsayımlara inanılan dönem kişiden kişiye göre değişmekle birlikte bazı şeylerin ters gittiği, bazı şeylerin çalışmadığı bir süre sonra fark edilir.
Yaratılan maşukun ruhu aşıkın ruhunun kopyası olduğu için, maşukun her isteği, sanki kendi isteği imiş gibi yerine getirilmek zorunda hissedilir. Yarattığı maşukun kendi kulu olacağını beklerken, aynı anda kendisinin de  maşukun kulu olduğunu fark eder.. Bu planlanmamış bir sonuçtur.  Kendi yarattığı varlık yakınında iken onun kontrolüne girmesi, bir televizyonun iki ayrı kumanda ile yönlendirilmesi gibi bir karmaşa oluşturur.  Yanlış da görünse maşukun her isteği aşık tarafından  emir olarak algılanır ve her ne pahasına olursa olsun yapılmak zorunda hissedilir. Ölüm dahil. Kendi kontrolünün aynı zamanda maşukta da olması  bir süre sonra büyük sorunların oluşmasına yol açar.. Aşık ilk önceleri, maşuku mükemmel bir şekilde yarattığını düşünürken, bir anda,  maşukun her emrine itaat eden aciz bir kukla bir kul haline geldiğini istemeye istemeye de olsa görmeye, fark etmeye algılamaya başlar. Artık kendisinin yaratışa öykünme denemesinin sonucunun aslında başarılı olamadığını anlar.  Kendisinin yaratmaya çalıştığı,  maşukun çalıntı bedeni  ile bu bedenin gerçek sahibinin yarattığını zannettiği kişiden farklı kişiler olduğunu tam olarak algılayınca, büyük bir açmaza düşer. Yaratmaya çalıştığı kişinin o olmadığını bile bile bedeninin görüntüsünü çaldığı kişinin yakınlarında döner durur. Tıpkı dünyanın,  güneşin etrafında dönüp durduğu gibi.  Kelebeğin,  mum ateşinin etrafında döndüğü gibi.  Yaklaştıkça ateşten yanar, uzaklaştıkça hasretten yanar..
Aşk tek taraflı bir eylemdir. Bu yazıda diğer kişi açısından, maşuk açısından olayı değerlendirmeyi yazının uzamasına engel olmak için konu dışında tutmayı tercih ettik.
İki tarafın da birbirine karşılıklı aşık olması,  maşukun aşığı sevmesi, maşukun aşıkı kullanabilmek için(aşık veya sevgi) rol yapması gibi farklı  ihtimallerde aşkta farklı durumlar oluşabilir mi.. Aşk ister tek taraflı, ister çift taraflı olsun (istisnai de olsa) izah edilen fonksiyon aynıdır. Yaratıcıya gayri meşru bir yaratma öykünmesidir bu eylem ve tıpkı bir sonraki yazıda izah edilecek olan diğer  yaratışa gayri meşru öykünme eylemlerde olduğu gibi insana ve çevreye zarar verir..  Diğer yaratış öykünmelerinde insanlara zarar verecek hastalıklı şekilde de olsa çalışabilen bir varlık oluşabilmesine rağmen, aşk öykünmesi ile yaratılan maşuk varlığı aslında hiç çalışmaz. Ölü doğum gibidir.
Acı ve acıtıcı olan şey şudur, öykünme esnasında verdiği kendi ruhunun bir bölümünü  geri alması artık mümkün değildir. Yarım kalmış bu yaratış öykünmesi  acı bir deneyim olarak yarım bir şekilde beklemeye devam eder..  Bu acı deneyimi ikinci kez denemek isteyen nadiren olsa da pek çok kişide ilk ve son deneme olarak kalır. Meşru olan yaratış öykünme şekillerine bakacak olursak, insan, bitki ve hayvan yetiştirmek yaratışa meşru öykünme yollarındandır. Meşru öykünme yöntemleri tercih edildiğinde bu eylemler,  insana sağlıklı ve güzel hisler yaşatır, mutluluk verir. İnsanın en çok tercih ettiği yaratışa meşru öykünme yolu kendisi gibi çocuklar yapmak ve yetiştirmektir.  Buradaki önemli fark,  karşı cinsi olan partnerini daha önce açıklanan aşk öykünmesinde bahsettiğimiz, hayal ettiği, kendisinin yarattığı gibi değil, Tanrı tarafından zaten yaratılmış olan bir birey olduğunun kabullenilmesi sağlıklı olan davranıştır. Aşk ta mutlak itaat beklenirken, sağlıklı ilişkide farklılıklarıyla farklı bir birey olarak kabullenebilmek, sevgi ve saygı vardır. İki kişi de  karşı tarafa kendi istediği, hayal ettiği kalıplara girmesi için baskı uygulamaz. Çünkü Yaratıcı her insanı daha önce yaratılmış bütün insanlardan farklı yaratarak, hatta  kardeşleri bile birbirinden farklılaştırarak bu farklılığı büyüklüğünü, ilminin kuşatıcılığını göstermek için kullanıyorken, insanları kalıplara sokmaya çalışmak yaratılışa aykırı sağlıksız bir davranıştır.
Son olarak Neden ? sorusunu soruyoruz. Tanrı insanın gayrı meşru yaratış öykünmesi yapmasına ve bu denemede  başarısız olmasına neden izin vermiş olabilir. Bunun hikmeti olabilir mi, insana bir faydası olabilir mi  bu başarısız yaratış öykünmesinin.
Evet .. bu mümkün..
Sizin yarattığınız, hem sizin kulunuz hem de size hükmetmesine izin verdiğiniz maşukunuz, onu var eden ve sınırsız seven siz varken, kötü bir tercih yapıp sizin yerinize kendisini felakete sürükleyecek birisine gönlünü kaptırır ve ona giderse neler hissedersiniz. Kudretinize rağmen, size karşı yapılan ağır hakarete rağmen, kızgınlığınıza rağmen, sevginizin büyüklüğü yarattığınız ve hata yapan maşukunuzu cezalandırmak veya affetmek arasında karar vermek sizi ne kadar zorlar.. iyiyi mi kötüyü mü tercih edecek diye sınamak istediğiniz ve kendisine tercih hakkı verdiğiniz kulunuzun, sizi tercih etmesi ve sevmesi en doğru tercih iken, nankörlük edip, sahibini terk etmesi ve tehlikeli maceraları tercih etmesi durumunda , imtihanı kaybetmesi durumunda siz ne kadar üzülürsünüz.. işte aşk, insanın kendisini Tanrının yerine koyabilmesi duygusunu hissettirebilen, kemale erişmek  için kullanabileceği bir eğitim metodu olarak düşünülebilir. Hayatta insana en büyük acıyı yaşatan aşkın, bu öğreticilik hikmeti dışında işe yarar  bir durumunun olduğunu düşünmüyorum.. Aşk ta, insanın ürünü olan diğer şeyler gibi  eksik, kusurlu ve hastalıklı olmak zorunda zaten. Tanrıyı bırakıp, limitli olan dünya hayatını, dünya hayatındaki makam,  mevki ve ünvanları, mal ve parayı tercih edip, insanlıktan çıkıp canavarlaşacak, bu tuzaklardan birisine düşecek miyiz, yoksa  aşkın bize tattırdığı acı sayesinde kendimize gelip kendimizi dünyanın tuzaklarına düşmekten koruyup insanlığımızı koruyarak ve geliştirerek çevreye saygılı bir şekilde bu bölümü başarılı bir şekilde geçebilecek miyiz.. 
Yaklaşık bir yılda metni bu hale ancak getirebildim..
Oldukça önemsediğim, devlet varlıklarının yaratılışı, çalışma fonksiyonları, insanlarla savaşma yöntemleri ve yok oluş süreçlerini içeren bundan sonraki yazıma başlayabilmek için eksiklikleriyle de olsa bu yazıyı bu şekilde paylaşıyorum..
En  kısa süre içinde yeni yazıyı da hazırlayıp sizlerle paylaşmak ümidiyle, baki selamlar..
(yazının orijinalliğini bozmadan, kısa bir ilave yapmak istiyorum.. eski tarihte yazdığım bu yazıda benim kalıcı ruh parçası kaybı  olarak değerlendirdiğim olayı eski dönemlerdeki şamanların, "ruh parçacığı kaybı" hastalığı olarak değerlendirildiğini ve şamanlar tarafından tedavi ayini ile tedavi edilebildiğini sonradan öğrendim.. aynı şekilde insanların bedenleri canlı iken, yaşamakta iken de ruhlarını bazı durumlarda kaybedebileceklerini ve bu boşlukta bedenlerinin "arada kalmış" ruhlar veya diğer bazı canlılar tarafından "işgal" edilerek ele geçirilebileceği detaylarını sonradan öğrendim.. ruh parçalanması, ruh kaybetme veya başka ruh tarafından bedenin işgale uğraması rahatsızlıklarının da şamanlar tarafından onbinlerce yıldır tedavi edilebildiği bilgisine de daha sonraki zamanlarda vakıf oldum.. özetle aşk hastalığı, yani ruh parçalanması  hasarı şamanlar tarafından tedavi edilebilen bir rahatsızlık olarak bir düzeltme yapıyorum..)
 / ak kara kam
Beşinci Boyut/ Erkan Hoca

24 Temmuz 2013 Çarşamba

VARLIK KAVRAMINA KURAMSAL YAKLAŞIM..


Aşk kavramı ile ilgili bir yazı yazacağımı ve bu yazıdan sonra aşk ile ilgili yazılması gereken bir şey kalmayacağını belirtmiştim. Yazacaklarımın anlaşılamama ihtimalinin fazla olduğunu düşününce bir yıldan daha uzun bir süre bu yazıyı kafamda beklettim. Şu anda bu yazının yazılma zamanının geldiğini düşünüyorum. Bununla birlikte daha önce hiç bir yerde karşılaşmadığınız anlamlar yüklenen bazı kavramları kullanmam gerektiği için, öncelikli olarak varlık kavramı, iç içe geçmiş bedenler kavramı, iç içe geçmiş ruhlar kavramı, yaratışa öykünme kavramı gibi kavramların  izah edilmesinin gerekliliğini fark ettim. Bu sebeple aşk kavramı ile ilgili açıklamalarımı bir sonraki yazıya bırakıp bu ilk yazımda yukarıda bahsettiğim kavramlar hakkında özet açıklamalar yazacağım.

İkinci yazım aşk hakkında olacak.

Üçüncü yazım ise devlet denen canlının yaratılışı, metabolizması ve insanla olan savaşının analizi konularına değinilecektir..



VARLIK NEDİR  ?

Bedeni, ruhu ve aklı olan her şeyi varlık olarak tanımlıyorum. Burada  Yaratıcının varlığı konusuna değinilmeyecek sadece  yaratılmış olanların varlık kavramları incelenecektir. Bilinen en küçük varlıklar atomun çekirdeği, elektronu, protonu ve nötronu dur. Üzerinde tartışmalar devam etse de ışık dahil tüm enerji çeşitleri de birbirinden farklı küçük parçacıklardan oluşur ve  her bir parçacık bir varlıktır. Her varlığın ayrı ayrı bedenleri ruhu ve aklı vardır. Bununla birlikte çekirdek, proton, nötron ve elektronlardan oluşan atom da ayrı bir varlıktır. Her bir atomun da ayrı bir ruhu ve aklı vardır. Beden olarak ise elektron, proton, nötron ve çekirdeğin bedenlerinin hepsini birden kendi bedeni olarak kullanır. Beden olarak aynı bedeni küçükten büyüğe farklı varlıklar kullanırlar, bu iç içe geçmiş bedenler kavramını oluşturur. Aynı bedenleri kullanmalarına rağmen, farklı varlıkların farklı ruhları ve bilinçleri vardır. Her bir alt varlığın ruhu ile üst varlığın ruhu iç içe geçmiş şekilde birbirine müdahale etmeyerek uyumlu bir iletişim ile görevlerini mükemmel şekilde yerine getirirler. Bu da iç içe geçmiş ruhlar kavramıdır. Her ruh bağımsızdır ama sistem içinde ne yapması gerektiğini bilir ve yapar. İki oksijen atomu bir araya gelince yeni bir varlık oluşur. İki hidrojen bir oksijen atomu bir araya gelince su molekülü oluşur bu da yeni bir varlıktır. Bu zinciri devam ettirdikçe, yağmur tanesi, hücreler, dokular, organlar, insan, hayvan, bitki, dağ, vadi, okyanus, dünya vb.  bilindiği kadarı ile kainatın tamamına kadar devam eder.  Büyük parçalardan oluşan varlıklar ve bu varlığı oluşturan daha küçük varlıkların hepsinin bir biri ile ilişkileri tanımlıdır.
Bu tanımlı aktivitelerin zamanı gelince yapabilmesi için, her bir varlığın yeterli bir aklı ve  kendi varlığı ile diğer varlıklar arasında ilişkilerini sağlayacak ayrı bir ruhu vardır.  Yaratıldıkları zamandan yok olacakları zamana kadar tüm zaman dilimleri içinde kendilerini ilgilendiren konularda, ne yapmaları gerektiği bilgisi tüm varlıklara bilgi olarak yüklenmiştir. Bunun iki istisnası vardır, insan ve cin denen varlıklarda doğumlarından ölümlerine kadar ne yapmaları gerektiği bilgileri yüklü değildir. Bazı bilgiler peygamberler tarafından (aktarıcılar) iletilir, bazı bilgileri de gözlemleyerek deneyerek bulmaları ve doğru olanı yapmaları beklenir. Bu iki varlık dışındaki tüm varlıklarda kendileri ile ilgili tüm konularda mutlak bilgiler yüklü olduğu için varlık alemi sistemi mükemmel olarak saat gibi işler. İnsan denen varlık ise (cin varlığına değinilmeyecektir) kendisini ilgilendiren tüm konularda mutlak bilgi ile yüklü olmadığı için kendisine karar verebilmesi için cüz i bir irade verildiği için bazen doğru olan şeyleri yapmayı başarır, bazen hem kendisine hem diğer varlıklara zarar verecek yanlış kararlar verir. Dünyadaki oluşmuş tüm problemlerin sorumlusu insan denen varlıkların bir kısmı olan yanlış tercih yapan insan varlıklarıdır demek hatalı olmaz. Yanlış tercih yapan insan varlıklarını doğru tercih yapan insan varlıkları engelleyemez ise oluşacak sorunların bedellerini hem tüm insan varlıklarının tamamı, hem de yanlışta hiç sorumlulukları olmayan, diğer varlıklar ödemek zorunda kalırlar..

 Son olarak "Yaratılış Öykünmesi" konusuna da değinerek, bu yazıyı tamamlayacağım. İnsan varlığı Tanrının Yeryüzündeki Temsilcisi (Halifesi) rolüne talip olduğu için diğer varlıkların yapmadığı bir şeyi yapma cüretkarlığında bulunur. Tıpkı Tanrının yaratması gibi, olmayan bir şeyi yaratma teşebbüsünde bulunur. Tanrının yaratıcılık sıfatına insanın öykünebilmesi için kendisine verilen meşru öykünme şekli, tıpkı diğer varlıklarda olduğu gibi kendisi gibi varlıkları oluşturabilmesi yani üremesidir. Üreme de oluşacak varlığın bedeni, ruhu ve aklı konusunda insanın karar vermesi mümkün olmadığı için Tanrının kontrolünde bir yaratılış oluştuğu için, bu öykünme şekli bir kısım insan varlığını tatmin etmez. Bedeni, aklı ve ruhunun tamamını kendisinin yaratacağı daha önce olmayan yeni bir varlık oluşturmak-yaratmak ister. Yetki sınırlarını aşan bu yaratış öykünmesi sonucunda bir varlık oluşur. Bu varlık insan tarafından oluşturulduğu için mutlak bilgi ile yüklü değildir. Bu varlık eksik ve yanlış yönlerinin özelliklerine göre, insan varlığına ve diğer varlıklara zarar verici olarak oluşturulmuştur zaten. Bu varlıklar yönetim sistemleri, ekonomik sistemler, devletler, şirketler vakıflar vb. varlıklardır. Bu varlıklar ilk başta, kendilerini ilk oluşturan kişinin aklını ve ruhunu kullanırlar. Beden olarak da kendileri ile ilgili olan her bir varlığın bedenini beden olarak kullanırlar. Tıpkı insan varlığı gibi bu varlıklar da sonsuza dek yaşamak için mücadele eder. Başka insanların akıllarını ruhlarını ve bedenlerini kullanarak gelişmek, büyümek ve güçlenmek isterler. Bu konu ile ilgili daha sonra daha kapsamlı bir yazı yazılacaktır.

Aşk da aynı şekilde, kuraldışı bir yaratış öykünmesidir. bunun sonucunda da  oluşan bir varlık vardır.
Bu varlığın nasıl oluştuğu ve insan varlığının başına ne işler açtığı bir sonraki yazıda anlatılacaktır.

 ak kara kam
 Erkan Hoca / Beşinci Boyut